27 Nisan 2015 Pazartesi

                                                      Yeniden  doğuş

         Çok boktan bir çağda yaşıyoruz, geliştiğimizi zannediyoruz ama aslında hem bizi insan yapan şeylerden uzaklaşıyoruz. Varoluşumuzun daha gerisine dünyada gaz bulutlarından başka bir şeyin olmadığı bir döneme doğru  yol alıyoruz .
    Çok basit düşündüğümde bile bundan çok daha eski zamanlarda insanlar ,istediklerini varoluşlarının gereği olarak şiddetle, kanla birilerini öldürerek elde edebiliyor, yada istemediklerini yine bu şekilde cezalandırabiliyor ortadan kaldırabiliyorlardı.                                                                                                Günümüz çağında bu mümkün olmuyor, varoluştan gelen güdüler içe atılıyor kapalı sandıklara kapatılıyor, bu sandığa sığmıyor ve sapkınca eylemlere dönüşüyor.                                                             Oysa bundan bin yıl önce dünyada daha az kadına tecavüz edildiğine, krallar yada soylu birkaç ibneden papazdan yada hocadan başka kimsenin, küçük kızları becerdiklerini sanmıyorum.                 Öyle ki günümüzde, az miktar bir paraya bazı ülkelerde legal olarak çocuk becerebiliyorsunuz . Cinsellik gibi birçok varoluşsal güdümüzü, sandıklara kapatmaya çalışırken insan varoluşunun en acımasız ve vahşi  bir özelliği olan aç gözlülüğümüzü , bencilliğimizi hala sürdürüp bununla övünür olduk.                                                                                                                                                                            İhtiyaç fazlamız o kadar çok ki bazen sadece bu sebepten ölen insanlarımız oluyor, çok gitmeden ülkemize bile baktığımızda ,  bundan yüz yıl önce , ayağına  giyecek ayakkabı bulamayan  insanlarımız  varken günümüzde  bir dolap ayakkabıya sahip  olan insanlar tanıyorum.                                                               

      Hepimizden önce devletlerimiz, zindanlarımız yapıyor bunu daha fazla, daha fazlası derken onlarca insanı katletmiyoruz yakıyor kavuruyoruz ,  gerçi ne kadar olsa da ben savaşlara karşı değilim aksine bunun dünyanın varlığını sürdürebilmesi için şiddetin, aç gözlülüğün  insan benliğine konulmuş tanrının bir dokunuşu olarak görüyorum.                                                                                                 Balkonumda oturmuş sigaramı içerken, düşündüğüm şeyleri sizinle paylaşmak istedim ,çağımız en iyi ve aynı zamanda en kötü yanlarından biride bu değil mi nede olsa.

13 Ocak 2013 Pazar

Er Ryan ı kurtarmak


Er Ryan'ı Kurtarmak (İngilizce: Saving Private Ryan), Steven Spielberg tarafından yönetilerek, Robert Rodat tarafından yazılan, II. Dünya Savaşı konulu her kezin mutlaka birkez izlediğini düşündüğüm izlemiyenlerin de bir an önce izlemesi gereken klasik  bir Spielberg filmidir.
Film, Yüzbaşı John H. Miller (Tom Hanks) ve yanında bulunan askerlerin (Tom Sizemore, Edward Burns, Barry Pepper, Vin Diesel, Giovanni Ribisi, ve Adam Goldberg), diğer üç kardeşi savaş sırasında farklı cephelerde ölen, bunun sonucunda eve dönüş vizesi alan James Francis Ryan isimli askeri bulmaya çalışırken başlarından geçenleri konu almaktadır.
Filmin ilk 20 dakikasındaki Normandiya Çıkarması sahnelerinin, dünya sinema tarihindeki yeri ayrıdır. Film eleştirmenleri bu sahneleri aşırı gerçekçi olarak nitelendirmiştir. Bununla beraber yapıldığı yılın en iyi film Oscar'ını alamaması film eleştirmenleri tarafından Oscar tarihinin ayıpları listesinde yer alır. IMDb internet sitesinde sinema tarihinin en iyi 250 filmi listesinde 8.5 puan ile 42. sırada bulunmaktadır.
 Her bir film  karesinde. Savaş sahneleri tüm gerçekliği ve tüm yakın plan çekimleriyle oldukça etkileyici bir film. Bu hafta sonunuzu  evde oturup film izleyerek geçirmeyi planlıyorsanız bana göre muhteşem bir savaş  bir filmi Er Ryan'ı Kurtarmak sizi bekliyor.


                                                               (filmden bir bölüm)

PAMUK PRENSES VE AVCI


       Pamuk prenses ve avcı yani orjinal adıyla "Snow whıte and the Hunısman"   belkide hepimize uyumadan önce ebebeynlerimiz tarafından anlatılam pamuk prenses ve yedi cüceler masalının beyaz perdeye aktarılmış farklı bir versiyonudur.

Başrollerinde CharlizeTeron ,KristenStewart ,ChrisHemswort ,Nick Frost'un  bulunduğu  fantastik bir aksiyon filmi olan  "Snow whıle and the hunısman" da  zaten içinde olan avcı bu filmde esas olan rolü üstleniyor , bilinen hikayenin aksine avcı çıkarları doğrultusundan farklı olarak cadı nın ortaya  çıkışı ve barış içindeki kelbeklerin uçuştuğu güzel toprakları mahvetmesi biraz farklı. Bana kalırsa filmin senaryasu biraz zayıf olmakla birlikte ikinci sınıf filmler arasında yer almış bir film Narnia günlükleri düzeyinde bir film   yinede  haftasonu ekranın başına geçip ayaklarınızı uzatıp  rahatlıkla izleyebileceğiniz sürükleyici bir film.

Hobbit: Beklenmedik Yolculuk, Özlenen Mutluluk!

                      


               Kurabiyelerinizi küçük kâsenize doldurup bir bardak sütünüzü ve güney topraklarının en iyi tütününü piponuzla beraber kucaklayıp sıcak ocağın karşısına kurulabilirsiniz. Dudaklarınızdan çıkan dumanı kalın yuvarlaklar şekline sokarken ne kadar huzurlu bir hayatınız olduğunu, beladan ve sıkıntıdan nasıl da uzak durduğunuzu düşünüp böbürlenebilirsiniz. Nihayetinde tak tak tak diye kapınız vurulduğunda maceralar pat diye evinizin ortasına düşmeyecekler ya! İşte gri bir büyücü tarafından aklı çelinmeden önce oldukça saygın biri olarak bilinen Bilbo Baggins de aynen böyle düşünüyordu!



                Kaç yıl oldu? 9? 10? Yeterince uzun bir zamandı, tek diyebileceğim bu. Zira mesele Orta Dünya’nın muazzam toprakları olunca zaman kavramı yitip gidiyor. Ama kendi zamanımızda yaklaşık 2001-2002 yıllarıydı ve The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği) filmini izlemiştim. Gözlerim her sahnede daha da büyüyor, hobbitler için endişeleniyor, gri büyücü Gandalf’ın havai fişeklerini ben de kovalamak istiyordum. Ama ne yazık ki 3 saat inanılmaz derecede hızla akmıştı. Ne yapmalıydım? Acaba bu filmin devamı gelecek miydi ki? Ya gelmezseydi? Filmi izleyenlerle konuşmalıydım! Bir de ne öğreneyim, devasa bir dünyanın sadece girişiymiş benim izlediğim. Hızla tüm kitapları okudum bir solukta. Okudukça öncekinden daha da büyülendim. Hayır, bu insanların “uçan kaçan saçma sapan şeyler” dediklerinden olamazdı. Bu bambaşka bir şeydi. Önümde muazzam bir mitoloji uzanıyordu.  The Two Towers(İki Kule) ve The Return of the King (Kralın Dönüşü) filmleri çıktı. Eh, kitaptaki birçok şeyi çıkarıp atmışlar, yerine yeni şeyler eklemişlerdi. Bu, beni üzse de filmler kendilerine hayran bırakacak kadar, hell, en sevdiğim filmler olacak kadar güzellerdi! Takdir edersiniz ki bitmişti nihayetinde. Yeni bir şeylerin özlemini çekiyorduk ki Peter Jackson Hobbit’i de film yapmak istediğini söylemişti.

                Dedikodular ardı arkası yavaşça kesilerek sükûnete erdi. İsimsiz korku fısıltıları dört bir yanda dolanmaya başladı. Derken iptal edildi, hevesimiz kursağımızda kaldı. Nihayetinde takvim yaprakları 2011 yılının hürmetine kopmaya başladığında yanlarında Hobbit’in haberini, hatta iki film olacağının müjdesini getirdiler. Hatta ve hatta durun, üç film olacaktı! Bunun peşi sıra sorular birbirini izledi.
                Peter Jackson yine utanmadan kitaplardaki birçok şeyi katledecek miydi? Bu adamın gözünü para mı bürümüştü böyle, küçücük kitaptan 3 film nasıl çıkacaktı? Biz zaten tek filme bile burun kıvıracaktık ki neden üçleme yapıyor bu adam? Kitapta olmayan karakterlerin sette ne işi vardı, yoksa Peter Jackson sırf Galadriel-Legolas hatırına filme gidecek kadar saf mı sanıyordu bizi? Ah, tanrım neden başımıza Peter Jackson’ı verdin?

                Sorular çoğaldı da çoğaldı, mızmızlananlar Shire’ın neşeli hobbitlerinin bile keyfini kaçıracak kadar tiz bir ses çıkarmaya başladı. Ve vakti geldi, The Hobbit: An Unexpected Journey (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk) vizyona girdi. 

               Tek kelimeyle “muhteşem” bir filmdi. İyi ki Peter Jackson bu projeden vazgeçmemiş.
                Filmimiz, Yüzük Kardeşliğinin başlangıcındaki Bilbo’nun doğum günü hazırlıklarıyla başlıyor. Bilbo kalemini mürekkebine batırıyor ve kitabının, aynı zamanda Hobbit kitabının, ilk cümlelerini yazmaya başlıyor. “Toprağın içindeki oyukta bir hobbit yaşardı.” Daha sonra cücelerin yurdu Erebor’un başına gelen felaketi muhteşem görüntüler eşliğinde izliyoruz. Ardından Bilbo’nun gençliğine dönüyoruz ve bir gün ansızın kapısını çalan maceraya kapılıp gitmesini, yurtlarından kovulan cücelerle koyulduğu inanılmaz macerayı seyrediyoruz.

Evinize bir akşam bol sakallı, bağıra çağıra eğlenen, ne varsa silip süpüren tanımadığınız 13 tane cüce
ve bir hokkabaz gelseydi ne yapardınız? İşte Bilbo da onu yapıyor. Yani hiçbir şey. 

                Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde en çok eleştirildiği nokta kitapları kesip biçmesi olan Peter Jackson kim ne derse desin Hobbit’te bunun hakkından gelmiş ve birçok detayla bezeli bir film sunmuş. Öyle ki kitapta yer verilen şarkılar, eğlenceler gerçekten ön plandalar bu sefer. Sefa düşkünü elflerin müziğinden tutun da cücelerin Bilbo’yla kafa bulmak için uydurdukları şarkıya kadar hiçbir şey atlanmamış. Hele o Thorin ile başlayan ve bir nevi Orta Dünya ağıtı olan “Far Over the Misty Mountains” şarkısı yok mu…
                Hobbit serisinde yeni bir Aragorn doğuyor, hatta Aragorn’u bile ardında bırakabilecek bir lider, halkının yaşam mücadelesi için ant içmiş, yıllarca ömrünü yabanda harcamış, korkusuz, adını devasa düşmanına karşı siper aldığı Meşe odunundan alan Thorin Oakenshield (Thorin Meşekalkan) tabi ki de bahsettiğim. Richard Armitage’in canlandırmaktan öte adeta yeryüzünde kanlı canlı var ettiği, beyaz sayfalardaki kelimelere resmen hayat verdiği Thorin. Kitapta olduğundan çok daha epik bir karaktere bürünmüş cücelerin kralı.


                Bilbo ise tıpkı eski bir dostumuz gibi. Hemen kanı ısınıveriyor insanın. O olmazsa bu yolculuğun o kadar eğlenceli cüceye rağmen keyifli olmayacağını hissediyorsunuz. Martin Freeman’ın çok ama çok iyi bir cast seçimi olduğunu da kabul edip hakkını teslim ediyoruz.
                Diğer cüceleri Fili, Kili, Bofur, Dwalin ve Balin dışında pek de tanıyamadık. Gimli’nin babası Gloin’i diğer filmlerde daha ön planda görürsek ne ala. Eski dostları görmenin zevki ise apayrıydı. Galadriel, Elrond, Saruman ve Gollummm. En güzeli de Gollum’du kanımca. Kitapta yer alan “Karanlıkta Bilmeceler” kısmı en sevdiğim bölümlerdendir ve bu bölümün canlandırılması gerçekten en merak ettiğim yerlerden biriydi. Kitaptaki bilmecelerin 2-3 tanesini kullanmasalar da bu, filmin en güzel sahnelerinden birisinin güzelliğini gölgelememiş. Zira sinemadaki seyirciyi belki de sıkacaktı tüm bilmecelerin kullanılması.

Bilmece çözmeye çalışan Gollum, sen ne tatlı bir şeysin! 

             J.R.R. Tolkien’in yarattığı bu evren bir mitolojidir. The Hobbit ve The Lord of the Rings sadece bu mitolojinin bir parçasıydı. Mısır mitolojisinde Seth ve Horus’un savaşı, İskandinavlarda Loki’nin yol açtığı Ragnarök ve Yunan mitolojisinde Zeus’un titanlara karşı başlattığı mücadele nasıl bu mitolojilerin bel kemiklerini ve önemli dönemlerini anlatıyorsa Yüzük serisi de Orta Dünya mitolojisinin ciddi anlamda önemli bir kısmını anlatıyor. Ayrıca Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in üstlendikleri bir misyon da bu mitolojide yer alan efsaneleşmiş hikayelerin anlatımı ve bahsiydi. Bir mitolojide, daha doğrusu geçmişin kayda değer olayların anlatımında en önemli aktarım yolunun şarkılar ve destanlar olduğu konusunda hemfikirizdir. Yüzüklerin Efendisi serisinde Peter Jackson’ın elediği kısımlar geçmişin ve mitolojinin günümüze –daha doğrusu oradaki zamana- aktarımıydı. Sinemadaki seyirci sıkılmasın, bilmediği şeylere maruz kalmasın diye şirin bir sebep gösterilebilir fakat bir mitolojinin en önemli anlatım kaynağı destanlarda yer aldığı kadarıdır. Bugün Yunan mitolojisine dair birçok şey biliyoruz ve bu bilgimizin en temel kaynağı Homeros’un İlyada ve Odyssea destanları. Yüzüklerin Efendisi serisinde Orta Dünya’nın belki de en büyük aşk hikâyesi olan Beren ile Luthien aşkını sadece birkaç dizelik elfçe mısralarda özetleyen Jackson, bunun gibi kesip attığı diğer parçalarla üçlemenin epik ve lirik anlatımını ciddi manada çatlatmıştı.


                   
               İşte burada Hobbit’in neden üç film olduğu sorusunun cevaplarından birisini açıklamış oluyoruz. Hobbit’i daha detaylarına inerek anlatacak bir üçlemenin epikleştirilmesinde gerekli anahtarlardan birisi yukarıda bahsettiğim mitolojik anlatımdı. Mitolojik anlatımdan kastım tarihi olayların şiirsel olarak değil, yaşanan olayların şiirsel olarak aktarılması. Filmde iki tür anlatım da gayet güzelce işleniyor. Cücelerin mutfakta birbirlerine tabaklar fırlatarak tutturdukları şarkı “That’s what Bilbo Baggins Hates” (İşte Bilbo Baggins bundan nefret eder) yaşanan olayın lirik anlatımına örnek olurken, cücelerin Thorin eşliğinde söyledikleri “Far Over the Misty Mountains Cold” (Soğuk,dumanlı dağların ardındaki ıraklara) ağıtı ise tarihi bir olayın, yıkılan yuvaların, kaybolan anayurdun hikayesini ve özlemini anlatan lirik anlatıma örneklik ediyor. Hafızalarınızı yoklarsanız ilk üçlemede akılda kalıcı böyle bir lirizm yok. Hepimizin cücelerin ağıtını mırıldandığını da es geçmezsek anlatımın kuvvetini de fark edeceksinizdir. 

Ah! kimisine biraz abartı gelse de izlemesi inanılmaz derecede keyifliydi Boz Radagast'ı.
İşin ilginç yanı Sylvester McCoy gerçekte de çılgın büyücümüz kadar neşeli ve uçuk
bir adam.

 Bunun yanında kitapta detaylara daha da girilmesinin en güzel yanı Yüzüklerin Efendisi serisinde göremediğimiz karakterleri de zevkle izleme olanağı sunması. Boz Radagast’ın heyecanla koşuşturduğu sahneler, Minas Morgul’da Necromancer(Ölümbüyücüsü) ile karşılaşıp Cadı-kralın hayaletini patakladığı sahneler, kitaplarda çok fazla gözükmeyen bu harika ve neşeli ihtiyarı keyifle izlememizi sağladı. Orta Dünya’nın kaymağını da bu herif yiyor ha –öhöm- ne diyordum, kitaplara daha derinlemesine bakılıyor. Mesela şu taş devlerinin dövüştüğü sahneler kitaplarda sadece kısa bir yerde bahsi edilen bir nevi efsanelerdir. İşte böyle detaylarla daha da zenginleşirken, orada işi olmamasına rağmen Galadriel gibi ağzımız açık izlediğimiz karakterleri görmemiz de işin cabası. Benim bu noktada kızdığım tek nokta Peter Jackson’ın Gandalf’ı Galadriel karşısında bu kadar ezmesi. Affınıza sığınarak seviyeyi düşürüyorum bir cümlelik: “Lan o herif kaç level mage ayıp değil mi oğlum kaldı ki Galadriel 1. Kuşak bir elf bile değil.”  Saruman’ın o zamanki çenesi düşük ama iplenmeyen abi halleri de güzeldi.

En güzeli de Cate Blanchett'in bu Dünya'daki varlığı insanları Elflerin gerçek
olabilme ihtimaline sürüklemesi. :)
Velhasılı kelam benim çenem düştükçe düşüyor. Daha anlatacağım şeylerin birçoğu duruyor. Ne müziklerden, ne kartallardan, ne Azog'dan, ne goblinlerden ne de atladığım birçok şeyden bahsettim. Umarım ikinci bir yazı hazırlayıp onları da söyleyebilirim. The Hobbit: An Unexpected Journey benim için 10 yıldır özlediğim bir dostun gelip 3 saat boyunca bana hikayeler, masallar, duymak isteyeceğim şeyler anlattığı, bir gün kapım çaldığında ve içeri ummadığım kişilerin girip beni maceraya davet ettiğinde gitmemi tavsiye ettiği,  dostlarım benim için ne derlerse desin tıpkı Bilbo gibi benim de onları yarı yolda bırakmamamı öğütlediği bir sohbetti. 

4 Kasım 2012 Pazar


Star Wars Episode 7: Ellerimde Çiçekler


    Ekranlarınızı acil bir haberle bölüyoruz. Şimdi elinizdeki kumandayı yavaşça yere bırakın ve sakin olun. Dün itibariyle aldığımız bazı haberler yayınımızı bölüp sizlere ulaşıyor. Büyük ihtimalle medyada yankılarını hissetmişsiniz ve gerekli malumatını almışsınızdır. Disney, Star Wars serisinin sahibi ve George Lucas'ın şirketi LucasFilm'i satın aldı. Sosyal medyada ışın kılıcı tutan Mickey Mouse, Darth Vader kostümündeki Donald Duck çizimleri bolca dolanıyor haber çıktığından beri. Üstelik bu anlaşmanın en büyük sürprizi olarak duyurulan  2015'te başlayacak yeni Star Wars üçlemesi için kaygılananlar bir hayli fazla.



    6 filmlik dev bir seri... "4-5-6. filmleri izleyeceksin, sonra 1-2-3'e bakacaksın" geyiğini biz şaşkın izleyicilere hediye eden bir seri. Yıldız Savaşları'yla büyüyen bir neslin baş tacı, dün basına düşen bir haberle artık Disney'e ait. Bunun yanında daha çarpıcı olan haberse yeni bir Star Wars üçlemesinin duyurusu ve ilk filmin hemen 2 yıl sonra 2015 yılında gelecek olması.

    Şu 3 başlıkta durumu inceleyelim:

1. Disney'den önce tamamen George Lucas'ın kontrolündeki Star Wars dünyası.
2. Disney'in yeni üçlemedeki etkisi ve bugüne kadarki gelişimleri.
3. Yeni üçleme nedir ve neler olacak?



1. Disney'den önce tamamen George Lucas'ın kontrolündeki Star Wars dünyası.

    Star Wars serisini izlememişseniz bile mutlaka duymuşsunuzdur. Serilerin kendilerinin bir üne sahip olmalarının yanında popüler kültürü de oldukça doldurmuş durumda. Bir çok komedi dizisinde espri kaynağı olarak kullanılmış, kostümlü partilerin vazgeçilmez temalarından olmuş, kimileri için "Star Wars sevenler" ve "sevmeyenler" şeklinde Dünya'yı ikiye ayırmış bir evren Yıldız Savaşları. . Yapımcılara ilk gittiği zaman bu fikrin yeterince kar getirmeyeceğine inanıldığı için serinin yaratıcısı George Lucas filme ait tüm hakların sahibi olmuş. 

"İnsan hiç olmadı robotları falan şirkete bırakır."

     Star Wars Episode IV: A New Hope ile alışılmadık bir şekilde 4. filmden işe başlayan George Lucas, muazzam genişlikte bir evren oluşturmakla kalmayıp döneminin tartışma götürmez bir şekilde en harika efektlerini kullanmış. Haliyle ileride çıkacak neredeyse birçok bilim-kurgu eserine ilham kaynağı olmuş bir seri Star Wars. Serinin olumlu yanları daha uzun bir şekilde anlatılabilir, değerlendirmesi yapılabilir; fakat Disney-Lucasfilm ilişkisini irdelemek için daha çok serinin olumsuz yönlerinden bahsetmek istiyorum. 

    George Lucas bu seriye başladığı zaman hedef kitlesi olarak 13-14 yaş civarındaki erkek çocukları hedeflediğini kendisi söylüyor. Yarattığı evrenin bu kadar büyük bir başarı sağlayacağına açıkçası kendisi de pek inanmıyor. Hedef kitlesini kendisi en başta düşük tutunca hikayeye de ciddiyeti düşüren ögeler eklemeye başlıyor. Bunu, hem geniş bir genç kitleyi (daha çok 12-17 yaş arası) filme çekmek hem de bu ürünlerin oyuncaklarını satmak için bir avantaja dönüştürmeye çalışıyor. Günümüzün daha ağır ve karanlık bilim kurgusu şartlarında Star Wars serisine baktığımızda da haliyle bu ciddiyeti düşüren karakterler seriye soğuk bakmamıza bile neden olabiliyor. Bunun diğer bir kötü yanı da seyircinin kendini özdeşleştirebileceği karakter sayısı çok kısıtlı seviyelere düşüyor. Darth Vader,  Han Solo, Luke Skywalker'dan öteye geçemiyor seyirciyle kurulan ilişki. Karakterleri en ufak noktalarına kadar ince ince eleyerek ekrana getiren Battlestar Galactica, Firefly gibi yapımlar da Star Wars serisini ister istemez sorgulamamıza sebep oluyor bu seri neden bu kadar popüler diye.

    Peki bu ciddiyeti düşüren karakterler neydi? İlk üçlemede 6. filmde oyuncak ayılardan bozma bir yerel halk olan Ewok isminde bir ırk vardı seride. Daha önceki filmlerde de tuhaf yaratıklar görüyordunuz fakat bu yaratıklar senaryonun ve ana karakterlerin önüne geçip filmi domine etmiyorlardı. Ewoklarda ne oldu?  Koca imparatorluğu, dev robotları taşlarla, sopalarla yendiler. Ana karakterlerimizin rollerini çalmış oldular bir nevi. Haliyle efektleri bile sırıtan bir karakterin filmin önüne geçmesi sinir bozucu oldu. Yine tarihleri biraz daha ileri alıp 1999 yılında çıkan Star Wars Episode I: The Phantom Menace filmine bakarsak bu seferde Jar Jar Binks'in kabilesi Gungan isminde yeni üçlemenin ewok ırkını görecek oluruz.  Ewoklar kadar senaryonun önüne geçmeseler de Jar Jar Binks karakteri Star Wars hayranlarını yeni üçlemeden tamamen soğutabilecek derecede bir karakterdi.
    
    1999 yılında The Phantom Menace filmini çektiğinde kendi ayağına sıktığını fark etmişti bir bakıma Lucas. Zamanında eğlence sinemasına hediye olsun diye yarattığı fikri mülk kendisinin önüne geçmiş, bir nevi kültürel miras derecesine kadar çıkmıştı. Kitaplar, çizgi romanlar ve benzeri yan ürünlerden kendisine bol pay alıyordu. Yeni üçlemenin ilk filmine de yine maddi hedeflerler başlamış oldu. Bugün şirketini yaklaşık 4 milyar dolara satmakla kalmayıp bu paranın %20'lik kısmını Disney'in hisselerinden aldı. Yani artık Disney'in diğer ürünlerinden de pay alabilecek. Gayet karlı bir anlaşma. Hayranların pek önemi yok. Star Wars evreninin bir önemi yok. Önemi olan tek şey George Lucas'ın kar sağlaması. Buna zaten 6 filmlik Star Wars serisinde şahit olmamış mıydık? Şimdi neden şaşırıyoruz ki?

"Ewoklarla tanışmış mıydınız?"

2. Disney'in yeni üçlemedeki etkisi ve bugüne kadarki gelişimleri.

    Öncelikle Disney'i Donald Duck ve Mickey Mouse olarak biliyorsanız çok ama çok yanılıyorsunuz. Disney markasının altında en önemli (bence en iyisi) animasyon stüdyolarından birisi olan Pixar Animations ve  Dünya'nın en büyük iki çizgi roman şirketinden birisi, Marvel Entertainment var. Disney bu şirketleri de satın almıştı. Ne gibi etkisi oldu peki? Neredeyse iki şirket de çizgisini bozmadan yollarına devam etti. Fakat Disney'in çocuklar için yaptığı animasyonlar sürekli bir önyargı oluşturmuş oldu. Bunda Disney'in de çocuklara yönelmeye çalışmasının etkisi var tabi ki. PG-13 denilen sinemada yaş sınırlandırılması çoğu stüdyoda normal karşılanırken Disney bu sınırlamaya karşı oldukça çekingen. Bu yüzdendir ki PG-13 sınırlandırması alan sadece 6 filmi var ki bunların 4 tanesini Pirates of Caribbean serisi oluşturuyor. Hal böyle olunca haklı çekingeleri olabiliyor insanların. Kimi forumlarda Marvel çizgi romanlarında şiddetin dozajının düştüğünü, kalitenin çocuk seviyesine indiği söyleniyordu mesela Marvel'ın Disney dönemi için. Belki bazı seriler için bunu söylemekte hakları var fakat Marvel neyse hala o. Eğer Marvel bugün yanlış işlere kalkışıyorsa Disney yüzünden değil, Joe Quesada isimli baş-editör yüzünden kalkışıyordur. 

"Şu 'şey'e 58.000$ harcandığına inanabiliyor musunuz? O paraya öküz alırız lan.

   Disney Pixar'ı aldıktan sonra animasyon konusunda da oldukça ileri bir adım attılar. "Büyükler için animasyon" mottosuyla hareket ettiler 2006 yılından itibaren. Ratatouille, Cars, Toy Story, Up ve bir animasyon devrimi sayılabilecek Wall-E. Üstelik bu animasyonlar içlerinde bir çok eleştiriye sahip. Bugün bir baba ve oğul herhangi bir Pixar animasyonuna gittiğinde baba, çocuğundan daha çok zevk alıyorsa doğru adımlar atılıyor demektir. Gördüğünüz gibi hiç de öyle sağda solda miki fareler koşturmuyor. Kısacası endişelenecek bir konu yok. LucasFilm daha önce neyse şimdi de öyle olacak. 

   Fakat bu noktada Disney bazı inisiyatifleri eline alacak. Star Wars'ın ilk üçlemesi döneminin en parlak işi olsa da bir çok yapıma esin verse de yeni üçleme bu konuda çağının gerisinde kalıyor, doldurucu hikaye olmaktan öteye geçemiyor. Doldurucu hikaye dediğime bakmayın Star Wars Episode I: The Phantom Menace filmi tarihin en berbat doldurucu filmi olmaya adaydır kanımca. Disney'in PG-13 yaş sınırlı filmlerinden bir diğeri olan John Carter için harcanan bütçeyi Star Wars için kullanabilirse sinema tekniği olsun, efekt kalitesi olsun birçok konuda bu George Lucas işbirliği yeni bir devrim yaratabilir.Disney tüm bunları göz önünde bulundurmakla kalmayıp seriyi düzgün ellerin kontrolüne de bırakacaktır. 

    Bakınız mesela Avengers filminin senaristliğini ve yönetmenliğini çizgi roman manyaklarının neredeyse tanrı ilan ettiği Joss Whedon'a emanet etmişti. Bunu yapmalarının sebebi çizgi romanı sinemaya aktarabilecek en iyi metin yazarlarından birisinin olması ve görüntü tekniğinin çok kaliteli olmasıydı. Zira Avengers bir blockbuster (gişe filmi) olduğu için sanatsal bir kaygı ya da geleceğe kalabilme hevesi yoktu. sadece 10-12 filmden (yan filmler de dahil) oluşacak devasa bir serinin ilk ayağıydı. Whedon'ın elini kolunu bağlayan ve senaryoda(metinde demiyorum bu ikisinin ayrımına dikkat edelim) kötü olmasına sebep olan şey Marvel Studios'un Avengers filminden önceki Marvel filmleri gibi bir film istemelerinden kaynaklıydı. Bu da haliyle Whedon'ın elini kolunu bağladı birçok konuda. Şimdiyse Avengers filminin getirdiği başarıyla bütün Marvel filmleri Joss Whedon kontrolünde olacak. Bu harika bir şey çünkü dev evrenler yaratmak konusunda Whedon bir numaralı tercihtir her zaman. (bkz: Angel, Buffy the Vampire Slayer, Firefly) 

    Star Wars ise Avengers'a göre çok daha önemli bir fikri mülk. Gelecek kardaki milyon dolarlardan kendi uzay geminizi bile yapabilirsiniz! Bu yüzden kesinlikle yabana atmayacaklardır. 


"Darth Vader biraz inançlı olmanızı ve akşam yatarken camı kapatmanızı istiyor."

     Yani George Lucas bu seriye yeterince kötülük yaptı, daha kötüsü ne olabilir ki?  (Bu cümlenin çoğu zaman felaketlerden önce kullanıldığını biliyor muydunuz?)



3. Yeni üçleme nedir ve neler olacak?
  
   İlk önce 2015 yılında 7. filmin çıkacağı açıklandı. Hemen ardından 8. ve 9. filmlerin de ikişer üçer yıllık aralarla çıkacağı söylendi. Bu yeni üçlemeye ilk verilen tepkiler hikayenin anlatacak bir şeyi kalmadığı ve saçmalanacağı yönündeydi. Ancak boş bir kaygı bu. Star Wars serisi orijinalde zaten 3 adet üçleme olarak planlanmıştır. Daha sonra George Lucas 3. üçlemeden vazgeçiyor. Şimdi gündeme yeniden gelen olay bu devam üçlemesi. Tüm bunların ötesinde Star Wars evreni sadece filmlerden ibaret değildir. Expanded Universe (Genişletilmiş Evren) denilen bir bütündür bu evren.  

     Genişletilmiş evren nedir? Genişletilmiş evren tüm Star Wars evreninin tarihini anlatan, tüm evreni ince ince dokuyan bir evrendir.  Old Republic (Eski Cumhuriyet) denilen kötü -evil- tarafın hakimiyet kurduğu oldukça karanlık bir dönemi ve 6. filmden sonra ana karakterlerimizin yaşadığı maceraları konu alan New Jedi Order(Yeni Jedi Düzeni) ve Thrawn Trilogy (Thrawn Üçlemesi) dönemi Genişletilmiş Evren'in en hayran kalınası hikayeleridir. Genişletilmiş evrenin ne kadar geniş olduğuna şu linkleri tıklayarak şahit olabilirsiniz:
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Star_Wars_novels
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Star_Wars_comic_books

              "Darth Revan, Old Republic döneminin kötü karakterlerinden Büyük Amiral Thrawn ise New Jedi Order döneminin baş düşmanı. Her ikisi de Star Wars serisindeki kötü karakterlerden daha harika karakterler ve bunda herkes hemfikir."

    Birçok hayran yeni serinin Old Republic dönemini ya da Thrawn Trilogy hikayelerini anlatmasını hevesle bekliyor. Fakat orijinal bir senaryo hazırlanacağını ve kitaplardan ve çizgi romanlardan hikaye almayacaklarını açıkladılar. Fakat daha sonra Thrawn Üçlemesini hikayeye alabileceklerini açıklayan kimi söylemler oldu.

   Konusu ne olacak? Hikaye, Episode IV: A New Hope'dan yani genç Luke Skaywalker'ın ceday olmasından yaklaşık 20-30 yıl sonrasında geçecek. Han Solo (Harrison Ford), Prenses Leia (Carrie Fisher) ve Luke Skywalker (Mark Hamill) karakterlerini artık yaşlı olarak izleyeceğiz. Luke'un akıl hocalığı yapacağı gelen bilgiler içinde. 


"I'm too old for this shit."

   George Lucas genişletilmiş evreni yıllarca reddediyor. Israrla Star Wars hikayesinin Darth Vader hikayesi olduğunu söyleyip duruyor. Yine de Disney'in bu kadar büyük bir külliyatı görmezden geleceğini sanmıyorum. Fakat buna rağmen General Thrawn olsun, New Jedi Order olsun onca harika hikaye görmezden gelinirse yazık olur. Birçok Star Wars fanı günün birinde bu hikayeleri beyaz perdede görmek isterken böylesi bir fırsatı kaçırmak tabiri caizse aptallık olur. Büyük ihtimalle de kaçırmayacaklardır bu fırsatı. Kim bilir belki de bu üçlemenin ardından bir de Old Republic üçlemesi izleriz. Göreceğiz. Şurada 2015'e ne kaldı ki? Güç Sizinle Olsun!
   

28 Ekim 2012 Pazar


Yüzüklerin Efendisi ve Irkçılık


"Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden bu yana, alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim. Doğru ya da sahte tarihi, onun okuyucuların düşünce ve tecrübelerine uyarlanabilir olmasını tercih ederim. Bence birçok kişi 'uyarlanabilirlik' ve 'alegori'yi birbirine karıştırıyor; halbuki biri okuyucunun özgürlüğünde, diğeri ise yazarın kasıtlı hakimiyetinde yatar."
J.R.R. Tolkien




Malumunuz, 'bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak' denilen bir illet var insanoğlunun üstünde. Son günlerde buna oldukça fazla şahit olmaya başladım. Özellikle The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) serisiyle ilgili eleştiriler konusunda son zamanlar normalinden fazla hassas olduğum için esere yapılan yorumlar konusunda daha duyarlı ve buna karşılık daha sert oluyorum. Game of Thrones dizisinin uyarlandığı fantastik kurgu serisinin yazarı R.R. Martin'in, The Lord of the Rings için "Gandalf Khazad-dum'da balrogla savaşırken düştüğünde ölmeliydi. O zaman daha güzel olurdu." minvalinde sözler edip Tolkien'in, yarattığı karakterleri el üstünde tutup onları harcamadığını ve dolayısıyla dramatik bir senaryodan mahrum kaldığını söylemesi bu hassaslığın başlama noktasıydı. Fakat bu başka bir yazının konusu, buranın değil.

    Birkaç gündür internette gezinirken Yüzüklerin Efendisi serisinin ırkçı söylemler içerisinde olduğundan, Tolkien'in eserde birçok ırkı aşağıladığını -ki buna Türkleri dahil etmekte çoğu- söylüyor bir çok kişi. Efendim, daha bu şekilde devam eden ırksal yaklaşımlar sürüp gitmekte. Temel olarak bazı nedenler olarak  şunlar gösterilmekte:

  • Irkların monoblok olması (kötü elf, iyi ork bulunmaması)
  • İyi ırkların kuzeybatıda oturması ve beyaz olmaları
  • Orkların beyaz olmaması ve sürekli aşağılanıyor olması
  • Orta Dünya haritasının günümüz Dünya'sının haritasına benzemesi ve burada da orklar, karanlık insanlar ve diğer kötülüklerin  doğuda ve güneyde yer alması
  • Her ırkın gerçekteki bir ırkın uyarlaması olması
  • vesaire, vesaire....
   Şöyle ki tüm Orta Dünya evreninin tarihini ve ırkların nasıl oluştuğunu anlatan Silmarillion kitabını okuyan herhangi birisi bu teorilerin ne kadar saçma ve gereksiz olduğunu, başta da dediğim gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın ne kadar fena bir şey olduğunu görecektir. Okumayanlara da okumalarını öneririm, nitekim burada kalkıp bu soruları kimsenin anlamayacağı şekilde Yüzüklerin Efendisi terminolojisiyle anlatacak değilim.
 
   Genel olarak Tolkien ve Orta Dünya'sı ırkçılığın neresinde duruyor bundan bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi birçok millete ait sağlam destanlar, ilginç mitolojiler vardır. Fakat İngilizlerde bir mitoloji eksikliği vardır. (Beowulf destandır, mitoloji değil.) İşte bu yüzden de üstat kolları sıvar ve bir mitoloji aşkıyla başlar. Eh takdir edersiniz ki İngilizlere bir mitoloji hediye etmek için  yapılan girişimde tüm karakterler haliyle İngilizvari beyaz olacaktır. "Al işte İngilizler üstün ırk olmuş, düdük" demeyin ağzınıza uzun saplı küreği geçiriveririm. Ben karakterler ingiliz etkisi taşıyor mu dedim? Zaten çoğu mitoloji bir halkın hikayesini anlatmaz. Mitolojiler Dünya'nın var oluşuna ve bugüne kadar nasıl geldiğine ışık tutmaya çalışan hikayelerdir ve hemen hemen hepsinde Tanrılar ve tanrısal varlıklar savaşır, mücadele eder. The Lord of the Rings ise bir mitolojiye ait tüm görevleri yerine layıkıyla getiriyor. Dünya'nın yaratılışından günümüze kadar olan tüm zaman dilimine geniş yelpazede hikayeler, mitler, efsaneler yerleştirilmiş bir evren Orta Dünya. 

   Evrenin yaratılışı bir müziktir Orta Dünya'da. Her şeyin yaratıcısı bir müzik başlatır yeni bir dünya yaratmak için ve daha önceden var ettiği meleksi varlıklardan da müziğe katılmalarını ister. Müzik gayet güzel giderken Melkor ya da diğer adıyla Morgoth (Sauron'un efendisidir) ahengi bozar. Çünkü o, Yaratan ve yardımcılarının güzel bulduğunu çirkin bulmuştur. Ve yine Yaratan ve yardımcıları da Melkor'un müziğini çirkin bulmaktadır. İşte böyle başlar evrende iyilik ve kötülük. Ama başından beri ilginç olan şudur ki, iyi ve güzel kime göre iyi ve güzeldir? Melkor'a, Sauron'a, orklara kötü ve çirkin gelen şey elflerin vücutları, simaları, hal ve hareketleri olurken diğerlerinde bunun tersidir. Bizler hikayeyi elflerin, insanların ve bizim iyi addettiğimiz kimselerin bakış açısıyla okuduğumuz için onlara kötü gözüken bize de kötü gözükecektir. Bu sebeple Orta Dünya'da iyiyi ve kötüyü değerlendirirken kimin gözüyle baktığımız çok şey ifade eder.

   Özellikle alegoriden sonuna kadar nefret eden bir adamın eserlerini alegori yuvası haline getirmek hem Tolkien'e hem de fantastik edebiyata yapılmış bir ayıp olur.Ki kendisini gerçeklerden kaçmakla suçlayanlara "Kaçıştan kim korkar? Elbette gardiyanlar!" şeklinde cevap veren bir insandan bahsediyoruz. Ama boş konuşmak kolaydır. Kötülerin doğuda olduğunu ileri sürenler en büyük kötülüğün kuzeyden geldiğini bilmez, herkes beyaz neden orklar siyah diyenlerin onların da bir zamanlar elf olduğundan ve Melkor'un onları yakalayıp kendi güzellik anlayışına uygun olarak değiştirdiğindense hiç haberi yoktur. Tüm seri boyunca iyilik ve güzelliğin kime ve neye göre değiştiği, kimin yaptığının doğru ve kimin yaptığının yanlış olduğunun bilinemezliği üzerinde biraz düşünülüp düzgün yorumlanmaz ise bu şekilde dinlemeye bile değmez mantıkların olması kaçınılmaz haliyle.



   Şu son dönemde herkesin Ömer Çelakıl, Sikkofield ve benzeri komplo teorisyenlerine dönmesiyle beraber bilgisizce suçlamalar yapmak, dayanaksız benzetmeler ortaya çıkarmak, nereye vardığı anlaşılmayan argümanlar sürmek daha da kolaylaştı. 3. kez söyleyeceğim ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak hastalığından kurtulmak için her şeyi kaynağından öğrenip sağdan soldan bilgisizlerin laflarına kanmamak gerek. Eğer ki kafanıza Orta Dünya'yla ilgili en ufak bir şey takılıyorsa Silmarillion'u okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Hiç değilse zihniniz biraz berraklaşmış olur. Hepinize iyi günler dilerim. 





Mahallenizin Kahramanı: Amazing Spidey!

   
Nihayet The Amazing Spider-man'i sinemada izleyebildik. Beğenen oldu, kötüleyen oldu, "aynı pilavı ısıtıp ısıtıp veriyorlar, paramızı sömürüyorlar, hep amerikan oyunu bunlar" diyen bile oldu. Çok sınırda bir yerde film. Yanlış bakış açısının en büyük kurbanı olabilir her an The Amazing Spider-man. İnceleyelim o zaman.
  


     Filmimize başlamadan önce Sam Raimi'nin çekmiş olduğu Spider-man üçlemesine bakalım. Damarlarından ağ fırlatan, ezikliğin dibine vurmuş, simbiyotla birleşince direk gayliğe vuran bir Spider-man ve Peter Parker'ın serisiydi. Her haliyle sıkıntı çıkaran, derinliksiz bir Mary Jane Watson karakterinin ve klişe senaryolarla ucuz düşmanların serisiydi. Ucuz düşmanlar dediğim film için geçerli yoksa çizgi romanlarda her biri esaslı rakiplerdir.


İlk filmden itibaren çıtası git gide düşmeye başlayan bir seriydi. Sam Raimi fanatikliği yapmanın lüzumu yok. Peki neden bu kadar sevildi? Sam Raimi oldukça kaliteli bir aksiyon yönetmenidir, seyirciyi aksiyonun içine sokma konusunda oldukça başarılıdır, ama konuyu işleyişi benim gözümde yetersizdi.


Yeni bir film neden yapıldı? Normalde 4. film gelecekti fakat Sam Raimi yönetmenlikten çekildi. Tobey yeni seride oynamak istemedi gibi nedenler vardı. Ayrıca filmin hakları Sony'nin elinde bulunmakta. Yani Örümcek-Adam'ı Avengers filmlerinde görmek için daha beklemeniz gerekecek. Film hakkı Sony'de olunca anlaşma süresi bitene kadar çekebildiklerini çekiyorlar. 


"The Untold Story" başlığıyla duyurulan yani "Anlatılmamış Hikayeyi" anlatmayı vaat etmişti film. Olumlu yönlerine bakalım filmin:

  1. Hikaye en başından itibaren mantığa dayalı bir şekilde işlenmiş. Gerçekçi temeller ve akılcı yaklaşımlara oturtulmuş. 
  2. Peter'ın güçlerini kazanma şekli, ağ fırlatıcısı yapması, neden bir ağ fırlatıcısı yapmak istemesi yani neden binaların arasından salına salına gitmek istemesi, kostüm yapmasını tetikleyen şeyler ve intikam arayışından süperkahramanlığa geçiş...
  3. Peter'ın ebeveynleri ile ilgili daha önce gerçekten de görmediğimiz şeyler. Gerçek hayatta sıkça karşılaştığımız bir olay: Uçak kazasıyla öldürülen bilim insanları. Güzel bir detay.
  4. Uncle Ben'in önceki seriye göre daha akılda kalıcı olduğunu düşünüyorum. Tabi Martin Sheen'in oyunculuğu da burada önemli bir etken.
  5. Önceki seride sadece çığlık atıp Peter'ın başını belaya sokan Mary Jane- Watson karakteri yerine ne yaptığını bilen, ayağı yere basan Gwen Stacy karakteri yerleştirilmiş.
  6. Hobileri olan, ezilmeyen, kendi hayatını yaşamaya çalışan zeki ve adam akıllı bir Peter Parker karakteri görüyoruz. 
  7. Kötü karaktere -villain- bakınca en sağlam Dr. Jekyll & Mr. Hyde vakalarından bir tanesini görüyoruz ki karaktere güzel yerleştirilmesi bir yana Rhys Ifans rolüne çok güzel yakışmış.
  8. Filmdeki komplo havası olsun, bir illuminati havası (sakın gelip savunmayın illuminatiyi dalarım) temel konunun içine güzel bir şekilde sinmiş ve farkında olmasanız da büyük bir şeylerin döndüğünü hissedebiliyorsunuz.
  9. Ve Osborn ailesi... Daha 1 saniye bile görmesek de ağırlıkları tüm filmin üzerinde. 
  10. Peter Parker-Gwen Stacy dinamiği çok harika verilmiş.

Gelelim olumsuz yönlerine:
  1. En olumsuz yön birçok kişinin de katılacağı gibi aksiyon sahnelerindeki çekimlerdi. Arkadaşım Michael Bay kafasıyla aksiyon filmi çekilmez. Yönetmen aksiyonun içine sokmaya çalışmış fakat dediğim gibi Michael Bay tarzı durağan, omuz üstü çekimle, sahnelerdeki detaysızlıkla yönetmen seyirciyi hem yorar hem de sıkar. Spidey'in gözlerinden izlediğimiz kısımlar şıktı fakat orijinal değildi. Mirror's Edge ile birebir benzer noktaları da var. Marc Webb'in aksiyon tecrübesi olmamasının da bunda etkisi var. Tabi ki de tüm sahneler kötü değildi. Gayet şık çekimlerin olduğu yerler de var. Sam Raimi'nin serisini izlenebilir kılan en önemli şey aksiyon sahnelerinde ne yaptığını bilmesiydi. Peki düzeltilemez mi? Daha da iyisi çok rahat yapılabilir. Marc Webb'in tek ihtiyacı olan kameraya yeni bir kaç dokunuş. Rahatça düzeltilebilecek bir sorun. Ama Düzeltilebilecek olması bu filmdeki olmamışlığı telafi etmez.
Evet, net olarak olumsuz diyebileceğimiz tek şey bu. Diğer tartışılan konulara bakalım:

1. Ama bu Spider-man'den çok Peter Parker filmi olmuş hacım?

Olması gereken de bu zaten. Siz kostümün içindeki adamı anlatmadan kostümü anlatabilir misiniz? Peter Parker'ın yaşamını, günlük nelerle uğraştığını, kişiliğini, çevreyle ilişkilerini anlatacaksınız ki karakteri benimseyelim. Onu bize yakınlaştıracaksınız ki Ben Amca öldüğü zaman biz de üzülelim. Süper kahraman denilen kişiler kahraman olmalarının yanında insandırlar. Eğer siz karakterin orijinini anlatırken bu insan ögesini atlarsanız severler o işi ki çizgi romanı ya da çizgi filmlerini takip edenler bir Spiderman eserinin en önemli karakteri Spiderman ise diğer karakterin Peter Parker olduğunu bilir.


2. E abi çizgi romanlarla alakasız olmamış mı? 

Evet canım gerçekten de öyle olmuş. DC Comics nasıl böyle bir şeye izin vermiş inan aklım almıyor. Zaten ileride Expandables serisine alacaklarmış örümceği. Bu da bazı örümcek beyinlilere kapak olabilir. Dostum sen çizgi romanı duyduğuna bile emin misin? Flash Thompson var yahu ne diyorsun sen? Alakasızmış, peh. Burada geçtiğimiz günlerde duyduğum bir olaydan bahsedeyim. Spider-man izlemeye giden iki arkadaş arkalarındaki koltuktan "Ya ben çizgi romanlarını okudum Gwen Stacy diye biri yok yea" cümlesi yükselmiş. İşte bu şekilde kişiler de piyasada yer aldığından "alakasız"kelimesine aldanmayın.


3. Senin hiç mi hoşuna gitmeyen yer olmadı senaryoda?


Tabi ki de oldu. Sonlara doğru inşaat işçilerinin el birliği yapıp tüm şantiyeyi Spider-man için kullanmaları aşırı derece klişeydi. Hintli arkadaş ve Ben Amcanın katiline ne olduğunu tam öğrenemedik ki bunun devam filmlerine kalması canımı sıktı. Fakat Spidey gerçekten olması gerektiği gibi esprili, dövüşürken rakibini tiye alan bir karakter olduğu için bile görmezden gelebilirim kötü yanlarını. Ya da klasik tekme tokat dövüşü yerine rakibini ağlar örerek zekice alt ettiği sahneler... Bunlar ilk seride bulunmayan şeylerdi.


4. Biraz The Dark Knight havası katmaya çalışmamışlar mı?


Evet, karanlık hava katılmaya çalışıldığı doğru ve Spiderman dünyasına bu karanlık çok yakışmıyor. Ama çocuk filmi havasından da kurtardığı bir gerçek. Ne zaman cıvıklık ve karanlık arasındaki ince çizgi bulunur işte o zaman en mükemmel Spider-man filmini izleriz. Çok fazla karanlık yok yine de. Bugün, yapılan bütün süper kahraman filmlerinin karşılaştırıldığı tek film The Dark Knight olduğu için böyle bir sanrıya kapılmanız doğal.


5. Peki Spider-Man'i Avengers 2'de görür müyüz?


Görmeyiz. Görmemeliyiz de. Spider-man Avengers üyesi değildir. Spidey yalnız çalışır. Ayrıca şu kısa videoya da bakınız:




Siz olsanız alır mısınız bunu ekibe? :)


6. Çok saçma ya örümcek ısırdı diye nasıl güç kazanıyor ki?


Canım sen sanırım 2. soruyu da soran arkadaşsın. Kafan güzelmiş güle güle kullan.




   Sonuç itibariyle The Amazing Spider-Man filmi olmuş. Kanımca en sevdiğim 2 Marvel filminden biri oldu. (Diğeri Incredible Hulk) Eğer çizgiyi bozmadan ve kendilerini geliştirerek devam ederlerse harika bir devam filmi var önümüzde. Zira sıradaki kötü kahramanımız büyük ihtimalle Green Goblin ve eğer Yeşil Cin ve Gwen Stacy aynı hikayede olursa ne olur? Bildiniz epik olur. İkisi arasında ne olduğunu bilmiyorsanız da kendinizi filme saklayın o zaman.


  Gözlerine sağlık bir yazının daha sonuna geldik. Önümüzdeki yazıda Femme Fatale'ler, gangsterler, 45lerden, kısacası Film Noir türünden bahsedeceğiz.


Esen kalın...