Hobbit: Beklenmedik Yolculuk, Özlenen Mutluluk!
Kurabiyelerinizi küçük kâsenize doldurup bir bardak sütünüzü ve güney topraklarının en iyi tütününü piponuzla beraber kucaklayıp sıcak ocağın karşısına kurulabilirsiniz. Dudaklarınızdan çıkan dumanı kalın yuvarlaklar şekline sokarken ne kadar huzurlu bir hayatınız olduğunu, beladan ve sıkıntıdan nasıl da uzak durduğunuzu düşünüp böbürlenebilirsiniz. Nihayetinde tak tak tak diye kapınız vurulduğunda maceralar pat diye evinizin ortasına düşmeyecekler ya! İşte gri bir büyücü tarafından aklı çelinmeden önce oldukça saygın biri olarak bilinen Bilbo Baggins de aynen böyle düşünüyordu!
Kaç yıl oldu? 9? 10? Yeterince uzun bir zamandı, tek diyebileceğim bu. Zira mesele Orta Dünya’nın muazzam toprakları olunca zaman kavramı yitip gidiyor. Ama kendi zamanımızda yaklaşık 2001-2002 yıllarıydı ve The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği) filmini izlemiştim. Gözlerim her sahnede daha da büyüyor, hobbitler için endişeleniyor, gri büyücü Gandalf’ın havai fişeklerini ben de kovalamak istiyordum. Ama ne yazık ki 3 saat inanılmaz derecede hızla akmıştı. Ne yapmalıydım? Acaba bu filmin devamı gelecek miydi ki? Ya gelmezseydi? Filmi izleyenlerle konuşmalıydım! Bir de ne öğreneyim, devasa bir dünyanın sadece girişiymiş benim izlediğim. Hızla tüm kitapları okudum bir solukta. Okudukça öncekinden daha da büyülendim. Hayır, bu insanların “uçan kaçan saçma sapan şeyler” dediklerinden olamazdı. Bu bambaşka bir şeydi. Önümde muazzam bir mitoloji uzanıyordu. The Two Towers(İki Kule) ve The Return of the King (Kralın Dönüşü) filmleri çıktı. Eh, kitaptaki birçok şeyi çıkarıp atmışlar, yerine yeni şeyler eklemişlerdi. Bu, beni üzse de filmler kendilerine hayran bırakacak kadar, hell, en sevdiğim filmler olacak kadar güzellerdi! Takdir edersiniz ki bitmişti nihayetinde. Yeni bir şeylerin özlemini çekiyorduk ki Peter Jackson Hobbit’i de film yapmak istediğini söylemişti.

Dedikodular ardı arkası yavaşça kesilerek sükûnete erdi. İsimsiz korku fısıltıları dört bir yanda dolanmaya başladı. Derken iptal edildi, hevesimiz kursağımızda kaldı. Nihayetinde takvim yaprakları 2011 yılının hürmetine kopmaya başladığında yanlarında Hobbit’in haberini, hatta iki film olacağının müjdesini getirdiler. Hatta ve hatta durun, üç film olacaktı! Bunun peşi sıra sorular birbirini izledi.
Peter Jackson yine utanmadan kitaplardaki birçok şeyi katledecek miydi? Bu adamın gözünü para mı bürümüştü böyle, küçücük kitaptan 3 film nasıl çıkacaktı? Biz zaten tek filme bile burun kıvıracaktık ki neden üçleme yapıyor bu adam? Kitapta olmayan karakterlerin sette ne işi vardı, yoksa Peter Jackson sırf Galadriel-Legolas hatırına filme gidecek kadar saf mı sanıyordu bizi? Ah, tanrım neden başımıza Peter Jackson’ı verdin?
Sorular çoğaldı da çoğaldı, mızmızlananlar Shire’ın neşeli hobbitlerinin bile keyfini kaçıracak kadar tiz bir ses çıkarmaya başladı. Ve vakti geldi, The Hobbit: An Unexpected Journey (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk) vizyona girdi.
Tek kelimeyle “muhteşem” bir filmdi. İyi ki Peter Jackson bu projeden vazgeçmemiş.
Filmimiz, Yüzük Kardeşliğinin başlangıcındaki Bilbo’nun doğum günü hazırlıklarıyla başlıyor. Bilbo kalemini mürekkebine batırıyor ve kitabının, aynı zamanda Hobbit kitabının, ilk cümlelerini yazmaya başlıyor. “Toprağın içindeki oyukta bir hobbit yaşardı.” Daha sonra cücelerin yurdu Erebor’un başına gelen felaketi muhteşem görüntüler eşliğinde izliyoruz. Ardından Bilbo’nun gençliğine dönüyoruz ve bir gün ansızın kapısını çalan maceraya kapılıp gitmesini, yurtlarından kovulan cücelerle koyulduğu inanılmaz macerayı seyrediyoruz.
 |
Evinize bir akşam bol sakallı, bağıra çağıra eğlenen, ne varsa silip süpüren tanımadığınız 13 tane cüce ve bir hokkabaz gelseydi ne yapardınız? İşte Bilbo da onu yapıyor. Yani hiçbir şey. |
Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde en çok eleştirildiği nokta kitapları kesip biçmesi olan Peter Jackson kim ne derse desin Hobbit’te bunun hakkından gelmiş ve birçok detayla bezeli bir film sunmuş. Öyle ki kitapta yer verilen şarkılar, eğlenceler gerçekten ön plandalar bu sefer. Sefa düşkünü elflerin müziğinden tutun da cücelerin Bilbo’yla kafa bulmak için uydurdukları şarkıya kadar hiçbir şey atlanmamış. Hele o Thorin ile başlayan ve bir nevi Orta Dünya ağıtı olan “Far Over the Misty Mountains” şarkısı yok mu…
Hobbit serisinde yeni bir Aragorn doğuyor, hatta Aragorn’u bile ardında bırakabilecek bir lider, halkının yaşam mücadelesi için ant içmiş, yıllarca ömrünü yabanda harcamış, korkusuz, adını devasa düşmanına karşı siper aldığı Meşe odunundan alan Thorin Oakenshield (Thorin Meşekalkan) tabi ki de bahsettiğim. Richard Armitage’in canlandırmaktan öte adeta yeryüzünde kanlı canlı var ettiği, beyaz sayfalardaki kelimelere resmen hayat verdiği Thorin. Kitapta olduğundan çok daha epik bir karaktere bürünmüş cücelerin kralı.
Bilbo ise tıpkı eski bir dostumuz gibi. Hemen kanı ısınıveriyor insanın. O olmazsa bu yolculuğun o kadar eğlenceli cüceye rağmen keyifli olmayacağını hissediyorsunuz. Martin Freeman’ın çok ama çok iyi bir cast seçimi olduğunu da kabul edip hakkını teslim ediyoruz.
Diğer cüceleri Fili, Kili, Bofur, Dwalin ve Balin dışında pek de tanıyamadık. Gimli’nin babası Gloin’i diğer filmlerde daha ön planda görürsek ne ala. Eski dostları görmenin zevki ise apayrıydı. Galadriel, Elrond, Saruman ve Gollummm. En güzeli de Gollum’du kanımca. Kitapta yer alan “Karanlıkta Bilmeceler” kısmı en sevdiğim bölümlerdendir ve bu bölümün canlandırılması gerçekten en merak ettiğim yerlerden biriydi. Kitaptaki bilmecelerin 2-3 tanesini kullanmasalar da bu, filmin en güzel sahnelerinden birisinin güzelliğini gölgelememiş. Zira sinemadaki seyirciyi belki de sıkacaktı tüm bilmecelerin kullanılması.
 |
| Bilmece çözmeye çalışan Gollum, sen ne tatlı bir şeysin! |
J.R.R. Tolkien’in yarattığı bu evren bir mitolojidir. The Hobbit ve The Lord of the Rings sadece bu mitolojinin bir parçasıydı. Mısır mitolojisinde Seth ve Horus’un savaşı, İskandinavlarda Loki’nin yol açtığı Ragnarök ve Yunan mitolojisinde Zeus’un titanlara karşı başlattığı mücadele nasıl bu mitolojilerin bel kemiklerini ve önemli dönemlerini anlatıyorsa Yüzük serisi de Orta Dünya mitolojisinin ciddi anlamda önemli bir kısmını anlatıyor. Ayrıca Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit’in üstlendikleri bir misyon da bu mitolojide yer alan efsaneleşmiş hikayelerin anlatımı ve bahsiydi. Bir mitolojide, daha doğrusu geçmişin kayda değer olayların anlatımında en önemli aktarım yolunun şarkılar ve destanlar olduğu konusunda hemfikirizdir. Yüzüklerin Efendisi serisinde Peter Jackson’ın elediği kısımlar geçmişin ve mitolojinin günümüze –daha doğrusu oradaki zamana- aktarımıydı. Sinemadaki seyirci sıkılmasın, bilmediği şeylere maruz kalmasın diye şirin bir sebep gösterilebilir fakat bir mitolojinin en önemli anlatım kaynağı destanlarda yer aldığı kadarıdır. Bugün Yunan mitolojisine dair birçok şey biliyoruz ve bu bilgimizin en temel kaynağı Homeros’un İlyada ve Odyssea destanları. Yüzüklerin Efendisi serisinde Orta Dünya’nın belki de en büyük aşk hikâyesi olan Beren ile Luthien aşkını sadece birkaç dizelik elfçe mısralarda özetleyen Jackson, bunun gibi kesip attığı diğer parçalarla üçlemenin epik ve lirik anlatımını ciddi manada çatlatmıştı.
İşte burada Hobbit’in neden üç film olduğu sorusunun cevaplarından birisini açıklamış oluyoruz. Hobbit’i daha detaylarına inerek anlatacak bir üçlemenin epikleştirilmesinde gerekli anahtarlardan birisi yukarıda bahsettiğim mitolojik anlatımdı. Mitolojik anlatımdan kastım tarihi olayların şiirsel olarak değil, yaşanan olayların şiirsel olarak aktarılması. Filmde iki tür anlatım da gayet güzelce işleniyor. Cücelerin mutfakta birbirlerine tabaklar fırlatarak tutturdukları şarkı “That’s what Bilbo Baggins Hates” (İşte Bilbo Baggins bundan nefret eder) yaşanan olayın lirik anlatımına örnek olurken, cücelerin Thorin eşliğinde söyledikleri “Far Over the Misty Mountains Cold” (Soğuk,dumanlı dağların ardındaki ıraklara) ağıtı ise tarihi bir olayın, yıkılan yuvaların, kaybolan anayurdun hikayesini ve özlemini anlatan lirik anlatıma örneklik ediyor. Hafızalarınızı yoklarsanız ilk üçlemede akılda kalıcı böyle bir lirizm yok. Hepimizin cücelerin ağıtını mırıldandığını da es geçmezsek anlatımın kuvvetini de fark edeceksinizdir.
 |
Ah! kimisine biraz abartı gelse de izlemesi inanılmaz derecede keyifliydi Boz Radagast'ı. İşin ilginç yanı Sylvester McCoy gerçekte de çılgın büyücümüz kadar neşeli ve uçuk bir adam. |
Bunun yanında kitapta detaylara daha da girilmesinin en güzel yanı Yüzüklerin Efendisi serisinde göremediğimiz karakterleri de zevkle izleme olanağı sunması. Boz Radagast’ın heyecanla koşuşturduğu sahneler, Minas Morgul’da Necromancer(Ölümbüyücüsü) ile karşılaşıp Cadı-kralın hayaletini patakladığı sahneler, kitaplarda çok fazla gözükmeyen bu harika ve neşeli ihtiyarı keyifle izlememizi sağladı. Orta Dünya’nın kaymağını da bu herif yiyor ha –öhöm- ne diyordum, kitaplara daha derinlemesine bakılıyor. Mesela şu taş devlerinin dövüştüğü sahneler kitaplarda sadece kısa bir yerde bahsi edilen bir nevi efsanelerdir. İşte böyle detaylarla daha da zenginleşirken, orada işi olmamasına rağmen Galadriel gibi ağzımız açık izlediğimiz karakterleri görmemiz de işin cabası. Benim bu noktada kızdığım tek nokta Peter Jackson’ın Gandalf’ı Galadriel karşısında bu kadar ezmesi. Affınıza sığınarak seviyeyi düşürüyorum bir cümlelik: “Lan o herif kaç level mage ayıp değil mi oğlum kaldı ki Galadriel 1. Kuşak bir elf bile değil.” Saruman’ın o zamanki çenesi düşük ama iplenmeyen abi halleri de güzeldi.
 |
En güzeli de Cate Blanchett'in bu Dünya'daki varlığı insanları Elflerin gerçek olabilme ihtimaline sürüklemesi. :) |
Velhasılı kelam benim çenem düştükçe düşüyor. Daha anlatacağım şeylerin birçoğu duruyor. Ne müziklerden, ne kartallardan, ne Azog'dan, ne goblinlerden ne de atladığım birçok şeyden bahsettim. Umarım ikinci bir yazı hazırlayıp onları da söyleyebilirim. The Hobbit: An Unexpected Journey benim için 10 yıldır özlediğim bir dostun gelip 3 saat boyunca bana hikayeler, masallar, duymak isteyeceğim şeyler anlattığı, bir gün kapım çaldığında ve içeri ummadığım kişilerin girip beni maceraya davet ettiğinde gitmemi tavsiye ettiği, dostlarım benim için ne derlerse desin tıpkı Bilbo gibi benim de onları yarı yolda bırakmamamı öğütlediği bir sohbetti.