28 Ekim 2012 Pazar


Yüzüklerin Efendisi ve Irkçılık


"Varlığını sezecek kadar yaşlanıp bezdiğimden bu yana, alegorinin her türlü tezahüründen bütün kalbimle nefret ederim. Doğru ya da sahte tarihi, onun okuyucuların düşünce ve tecrübelerine uyarlanabilir olmasını tercih ederim. Bence birçok kişi 'uyarlanabilirlik' ve 'alegori'yi birbirine karıştırıyor; halbuki biri okuyucunun özgürlüğünde, diğeri ise yazarın kasıtlı hakimiyetinde yatar."
J.R.R. Tolkien




Malumunuz, 'bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak' denilen bir illet var insanoğlunun üstünde. Son günlerde buna oldukça fazla şahit olmaya başladım. Özellikle The Lord of the Rings (Yüzüklerin Efendisi) serisiyle ilgili eleştiriler konusunda son zamanlar normalinden fazla hassas olduğum için esere yapılan yorumlar konusunda daha duyarlı ve buna karşılık daha sert oluyorum. Game of Thrones dizisinin uyarlandığı fantastik kurgu serisinin yazarı R.R. Martin'in, The Lord of the Rings için "Gandalf Khazad-dum'da balrogla savaşırken düştüğünde ölmeliydi. O zaman daha güzel olurdu." minvalinde sözler edip Tolkien'in, yarattığı karakterleri el üstünde tutup onları harcamadığını ve dolayısıyla dramatik bir senaryodan mahrum kaldığını söylemesi bu hassaslığın başlama noktasıydı. Fakat bu başka bir yazının konusu, buranın değil.

    Birkaç gündür internette gezinirken Yüzüklerin Efendisi serisinin ırkçı söylemler içerisinde olduğundan, Tolkien'in eserde birçok ırkı aşağıladığını -ki buna Türkleri dahil etmekte çoğu- söylüyor bir çok kişi. Efendim, daha bu şekilde devam eden ırksal yaklaşımlar sürüp gitmekte. Temel olarak bazı nedenler olarak  şunlar gösterilmekte:

  • Irkların monoblok olması (kötü elf, iyi ork bulunmaması)
  • İyi ırkların kuzeybatıda oturması ve beyaz olmaları
  • Orkların beyaz olmaması ve sürekli aşağılanıyor olması
  • Orta Dünya haritasının günümüz Dünya'sının haritasına benzemesi ve burada da orklar, karanlık insanlar ve diğer kötülüklerin  doğuda ve güneyde yer alması
  • Her ırkın gerçekteki bir ırkın uyarlaması olması
  • vesaire, vesaire....
   Şöyle ki tüm Orta Dünya evreninin tarihini ve ırkların nasıl oluştuğunu anlatan Silmarillion kitabını okuyan herhangi birisi bu teorilerin ne kadar saçma ve gereksiz olduğunu, başta da dediğim gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın ne kadar fena bir şey olduğunu görecektir. Okumayanlara da okumalarını öneririm, nitekim burada kalkıp bu soruları kimsenin anlamayacağı şekilde Yüzüklerin Efendisi terminolojisiyle anlatacak değilim.
 
   Genel olarak Tolkien ve Orta Dünya'sı ırkçılığın neresinde duruyor bundan bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi birçok millete ait sağlam destanlar, ilginç mitolojiler vardır. Fakat İngilizlerde bir mitoloji eksikliği vardır. (Beowulf destandır, mitoloji değil.) İşte bu yüzden de üstat kolları sıvar ve bir mitoloji aşkıyla başlar. Eh takdir edersiniz ki İngilizlere bir mitoloji hediye etmek için  yapılan girişimde tüm karakterler haliyle İngilizvari beyaz olacaktır. "Al işte İngilizler üstün ırk olmuş, düdük" demeyin ağzınıza uzun saplı küreği geçiriveririm. Ben karakterler ingiliz etkisi taşıyor mu dedim? Zaten çoğu mitoloji bir halkın hikayesini anlatmaz. Mitolojiler Dünya'nın var oluşuna ve bugüne kadar nasıl geldiğine ışık tutmaya çalışan hikayelerdir ve hemen hemen hepsinde Tanrılar ve tanrısal varlıklar savaşır, mücadele eder. The Lord of the Rings ise bir mitolojiye ait tüm görevleri yerine layıkıyla getiriyor. Dünya'nın yaratılışından günümüze kadar olan tüm zaman dilimine geniş yelpazede hikayeler, mitler, efsaneler yerleştirilmiş bir evren Orta Dünya. 

   Evrenin yaratılışı bir müziktir Orta Dünya'da. Her şeyin yaratıcısı bir müzik başlatır yeni bir dünya yaratmak için ve daha önceden var ettiği meleksi varlıklardan da müziğe katılmalarını ister. Müzik gayet güzel giderken Melkor ya da diğer adıyla Morgoth (Sauron'un efendisidir) ahengi bozar. Çünkü o, Yaratan ve yardımcılarının güzel bulduğunu çirkin bulmuştur. Ve yine Yaratan ve yardımcıları da Melkor'un müziğini çirkin bulmaktadır. İşte böyle başlar evrende iyilik ve kötülük. Ama başından beri ilginç olan şudur ki, iyi ve güzel kime göre iyi ve güzeldir? Melkor'a, Sauron'a, orklara kötü ve çirkin gelen şey elflerin vücutları, simaları, hal ve hareketleri olurken diğerlerinde bunun tersidir. Bizler hikayeyi elflerin, insanların ve bizim iyi addettiğimiz kimselerin bakış açısıyla okuduğumuz için onlara kötü gözüken bize de kötü gözükecektir. Bu sebeple Orta Dünya'da iyiyi ve kötüyü değerlendirirken kimin gözüyle baktığımız çok şey ifade eder.

   Özellikle alegoriden sonuna kadar nefret eden bir adamın eserlerini alegori yuvası haline getirmek hem Tolkien'e hem de fantastik edebiyata yapılmış bir ayıp olur.Ki kendisini gerçeklerden kaçmakla suçlayanlara "Kaçıştan kim korkar? Elbette gardiyanlar!" şeklinde cevap veren bir insandan bahsediyoruz. Ama boş konuşmak kolaydır. Kötülerin doğuda olduğunu ileri sürenler en büyük kötülüğün kuzeyden geldiğini bilmez, herkes beyaz neden orklar siyah diyenlerin onların da bir zamanlar elf olduğundan ve Melkor'un onları yakalayıp kendi güzellik anlayışına uygun olarak değiştirdiğindense hiç haberi yoktur. Tüm seri boyunca iyilik ve güzelliğin kime ve neye göre değiştiği, kimin yaptığının doğru ve kimin yaptığının yanlış olduğunun bilinemezliği üzerinde biraz düşünülüp düzgün yorumlanmaz ise bu şekilde dinlemeye bile değmez mantıkların olması kaçınılmaz haliyle.



   Şu son dönemde herkesin Ömer Çelakıl, Sikkofield ve benzeri komplo teorisyenlerine dönmesiyle beraber bilgisizce suçlamalar yapmak, dayanaksız benzetmeler ortaya çıkarmak, nereye vardığı anlaşılmayan argümanlar sürmek daha da kolaylaştı. 3. kez söyleyeceğim ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak hastalığından kurtulmak için her şeyi kaynağından öğrenip sağdan soldan bilgisizlerin laflarına kanmamak gerek. Eğer ki kafanıza Orta Dünya'yla ilgili en ufak bir şey takılıyorsa Silmarillion'u okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Hiç değilse zihniniz biraz berraklaşmış olur. Hepinize iyi günler dilerim. 





Mahallenizin Kahramanı: Amazing Spidey!

   
Nihayet The Amazing Spider-man'i sinemada izleyebildik. Beğenen oldu, kötüleyen oldu, "aynı pilavı ısıtıp ısıtıp veriyorlar, paramızı sömürüyorlar, hep amerikan oyunu bunlar" diyen bile oldu. Çok sınırda bir yerde film. Yanlış bakış açısının en büyük kurbanı olabilir her an The Amazing Spider-man. İnceleyelim o zaman.
  


     Filmimize başlamadan önce Sam Raimi'nin çekmiş olduğu Spider-man üçlemesine bakalım. Damarlarından ağ fırlatan, ezikliğin dibine vurmuş, simbiyotla birleşince direk gayliğe vuran bir Spider-man ve Peter Parker'ın serisiydi. Her haliyle sıkıntı çıkaran, derinliksiz bir Mary Jane Watson karakterinin ve klişe senaryolarla ucuz düşmanların serisiydi. Ucuz düşmanlar dediğim film için geçerli yoksa çizgi romanlarda her biri esaslı rakiplerdir.


İlk filmden itibaren çıtası git gide düşmeye başlayan bir seriydi. Sam Raimi fanatikliği yapmanın lüzumu yok. Peki neden bu kadar sevildi? Sam Raimi oldukça kaliteli bir aksiyon yönetmenidir, seyirciyi aksiyonun içine sokma konusunda oldukça başarılıdır, ama konuyu işleyişi benim gözümde yetersizdi.


Yeni bir film neden yapıldı? Normalde 4. film gelecekti fakat Sam Raimi yönetmenlikten çekildi. Tobey yeni seride oynamak istemedi gibi nedenler vardı. Ayrıca filmin hakları Sony'nin elinde bulunmakta. Yani Örümcek-Adam'ı Avengers filmlerinde görmek için daha beklemeniz gerekecek. Film hakkı Sony'de olunca anlaşma süresi bitene kadar çekebildiklerini çekiyorlar. 


"The Untold Story" başlığıyla duyurulan yani "Anlatılmamış Hikayeyi" anlatmayı vaat etmişti film. Olumlu yönlerine bakalım filmin:

  1. Hikaye en başından itibaren mantığa dayalı bir şekilde işlenmiş. Gerçekçi temeller ve akılcı yaklaşımlara oturtulmuş. 
  2. Peter'ın güçlerini kazanma şekli, ağ fırlatıcısı yapması, neden bir ağ fırlatıcısı yapmak istemesi yani neden binaların arasından salına salına gitmek istemesi, kostüm yapmasını tetikleyen şeyler ve intikam arayışından süperkahramanlığa geçiş...
  3. Peter'ın ebeveynleri ile ilgili daha önce gerçekten de görmediğimiz şeyler. Gerçek hayatta sıkça karşılaştığımız bir olay: Uçak kazasıyla öldürülen bilim insanları. Güzel bir detay.
  4. Uncle Ben'in önceki seriye göre daha akılda kalıcı olduğunu düşünüyorum. Tabi Martin Sheen'in oyunculuğu da burada önemli bir etken.
  5. Önceki seride sadece çığlık atıp Peter'ın başını belaya sokan Mary Jane- Watson karakteri yerine ne yaptığını bilen, ayağı yere basan Gwen Stacy karakteri yerleştirilmiş.
  6. Hobileri olan, ezilmeyen, kendi hayatını yaşamaya çalışan zeki ve adam akıllı bir Peter Parker karakteri görüyoruz. 
  7. Kötü karaktere -villain- bakınca en sağlam Dr. Jekyll & Mr. Hyde vakalarından bir tanesini görüyoruz ki karaktere güzel yerleştirilmesi bir yana Rhys Ifans rolüne çok güzel yakışmış.
  8. Filmdeki komplo havası olsun, bir illuminati havası (sakın gelip savunmayın illuminatiyi dalarım) temel konunun içine güzel bir şekilde sinmiş ve farkında olmasanız da büyük bir şeylerin döndüğünü hissedebiliyorsunuz.
  9. Ve Osborn ailesi... Daha 1 saniye bile görmesek de ağırlıkları tüm filmin üzerinde. 
  10. Peter Parker-Gwen Stacy dinamiği çok harika verilmiş.

Gelelim olumsuz yönlerine:
  1. En olumsuz yön birçok kişinin de katılacağı gibi aksiyon sahnelerindeki çekimlerdi. Arkadaşım Michael Bay kafasıyla aksiyon filmi çekilmez. Yönetmen aksiyonun içine sokmaya çalışmış fakat dediğim gibi Michael Bay tarzı durağan, omuz üstü çekimle, sahnelerdeki detaysızlıkla yönetmen seyirciyi hem yorar hem de sıkar. Spidey'in gözlerinden izlediğimiz kısımlar şıktı fakat orijinal değildi. Mirror's Edge ile birebir benzer noktaları da var. Marc Webb'in aksiyon tecrübesi olmamasının da bunda etkisi var. Tabi ki de tüm sahneler kötü değildi. Gayet şık çekimlerin olduğu yerler de var. Sam Raimi'nin serisini izlenebilir kılan en önemli şey aksiyon sahnelerinde ne yaptığını bilmesiydi. Peki düzeltilemez mi? Daha da iyisi çok rahat yapılabilir. Marc Webb'in tek ihtiyacı olan kameraya yeni bir kaç dokunuş. Rahatça düzeltilebilecek bir sorun. Ama Düzeltilebilecek olması bu filmdeki olmamışlığı telafi etmez.
Evet, net olarak olumsuz diyebileceğimiz tek şey bu. Diğer tartışılan konulara bakalım:

1. Ama bu Spider-man'den çok Peter Parker filmi olmuş hacım?

Olması gereken de bu zaten. Siz kostümün içindeki adamı anlatmadan kostümü anlatabilir misiniz? Peter Parker'ın yaşamını, günlük nelerle uğraştığını, kişiliğini, çevreyle ilişkilerini anlatacaksınız ki karakteri benimseyelim. Onu bize yakınlaştıracaksınız ki Ben Amca öldüğü zaman biz de üzülelim. Süper kahraman denilen kişiler kahraman olmalarının yanında insandırlar. Eğer siz karakterin orijinini anlatırken bu insan ögesini atlarsanız severler o işi ki çizgi romanı ya da çizgi filmlerini takip edenler bir Spiderman eserinin en önemli karakteri Spiderman ise diğer karakterin Peter Parker olduğunu bilir.


2. E abi çizgi romanlarla alakasız olmamış mı? 

Evet canım gerçekten de öyle olmuş. DC Comics nasıl böyle bir şeye izin vermiş inan aklım almıyor. Zaten ileride Expandables serisine alacaklarmış örümceği. Bu da bazı örümcek beyinlilere kapak olabilir. Dostum sen çizgi romanı duyduğuna bile emin misin? Flash Thompson var yahu ne diyorsun sen? Alakasızmış, peh. Burada geçtiğimiz günlerde duyduğum bir olaydan bahsedeyim. Spider-man izlemeye giden iki arkadaş arkalarındaki koltuktan "Ya ben çizgi romanlarını okudum Gwen Stacy diye biri yok yea" cümlesi yükselmiş. İşte bu şekilde kişiler de piyasada yer aldığından "alakasız"kelimesine aldanmayın.


3. Senin hiç mi hoşuna gitmeyen yer olmadı senaryoda?


Tabi ki de oldu. Sonlara doğru inşaat işçilerinin el birliği yapıp tüm şantiyeyi Spider-man için kullanmaları aşırı derece klişeydi. Hintli arkadaş ve Ben Amcanın katiline ne olduğunu tam öğrenemedik ki bunun devam filmlerine kalması canımı sıktı. Fakat Spidey gerçekten olması gerektiği gibi esprili, dövüşürken rakibini tiye alan bir karakter olduğu için bile görmezden gelebilirim kötü yanlarını. Ya da klasik tekme tokat dövüşü yerine rakibini ağlar örerek zekice alt ettiği sahneler... Bunlar ilk seride bulunmayan şeylerdi.


4. Biraz The Dark Knight havası katmaya çalışmamışlar mı?


Evet, karanlık hava katılmaya çalışıldığı doğru ve Spiderman dünyasına bu karanlık çok yakışmıyor. Ama çocuk filmi havasından da kurtardığı bir gerçek. Ne zaman cıvıklık ve karanlık arasındaki ince çizgi bulunur işte o zaman en mükemmel Spider-man filmini izleriz. Çok fazla karanlık yok yine de. Bugün, yapılan bütün süper kahraman filmlerinin karşılaştırıldığı tek film The Dark Knight olduğu için böyle bir sanrıya kapılmanız doğal.


5. Peki Spider-Man'i Avengers 2'de görür müyüz?


Görmeyiz. Görmemeliyiz de. Spider-man Avengers üyesi değildir. Spidey yalnız çalışır. Ayrıca şu kısa videoya da bakınız:




Siz olsanız alır mısınız bunu ekibe? :)


6. Çok saçma ya örümcek ısırdı diye nasıl güç kazanıyor ki?


Canım sen sanırım 2. soruyu da soran arkadaşsın. Kafan güzelmiş güle güle kullan.




   Sonuç itibariyle The Amazing Spider-Man filmi olmuş. Kanımca en sevdiğim 2 Marvel filminden biri oldu. (Diğeri Incredible Hulk) Eğer çizgiyi bozmadan ve kendilerini geliştirerek devam ederlerse harika bir devam filmi var önümüzde. Zira sıradaki kötü kahramanımız büyük ihtimalle Green Goblin ve eğer Yeşil Cin ve Gwen Stacy aynı hikayede olursa ne olur? Bildiniz epik olur. İkisi arasında ne olduğunu bilmiyorsanız da kendinizi filme saklayın o zaman.


  Gözlerine sağlık bir yazının daha sonuna geldik. Önümüzdeki yazıda Femme Fatale'ler, gangsterler, 45lerden, kısacası Film Noir türünden bahsedeceğiz.


Esen kalın...





Öylesine Notlar Vol. 4


  • İşte buradayız. (Çok eğreti durdu değil mi? Yani yabancılar "Here we are" dediği zaman kuul olurken ben söyleyince bildiğin dublaj stüdyosundan yeni ayrılmışım havası veriyorum. Ya da bir diğer deyişle yabancılar yüz kere desin çıt yok, ben söyleyince

21 Ekim 2012 Pazar

THE HOBBİT


Son Film Kralın Dönüşünden 9 Sene Sonra Orta Dünyaya Dev Ekranda 3 Boyutlu Olarak Geri Döneceğiz. Yıllardır İple Çektiğimiz Heyecanla Beklediğimiz Yılları Ayları Günleri Saydığımız Film yaklaşık 1 ay Sonra Vizyonda Olacak.


14 Aralık 2012 - Orta Dünyaya Dönüş Tarihimiz. 




Fotoğraf: Son Film Kralın Dönüşünden 9 Sene Sonra Orta Dünyaya Dev Ekranda 3 Boyutlu Olarak Geri Döneceğiz.  Yıllardır İple Çektiğimiz Heyecanla Beklediğimiz Yılları Ayları Günleri Saydığımız Film Sadece 2 Ay Sonra Vizyonda Olacak.

14 Aralık 2012 - Orta Dünyaya Dönüş Tarihimiz.






















                 Birçok L.O.T.R hayranının sabırsızlıkla beklediği film en sonunda çıkıyor film de L.O.T.R serisinden tanıdığımız bir çok isim bulunurken , John Ronald Reuel Tolkien'in, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin öncül kitabından cinemaya uyarlandığı bilgilerimiz arasında.Film Yüzüklerin Efendisi filminden 60 yıl öncesini anlatır The Hobbit Bilbo Bagins  ,13 cüce ve Gandalf ın macerasını anlatır.Macera ise cücelerin en saygını olan Thorin in büyük babası Thorur un bütün hazinesini ele geçirip herkesi öldüren ejderha (smaug)  tan hazineyi geri almaktır.Gandalf ın  ara ara cücelerden ayrılıp başka maceralara düştüğü zamanlarda cüceler gandalftan kendilerine yardımda bulunacak bir kişi bulmasını isterler bu kişi Bilbo Bagginsten başkası değildir.İlk başlarda da cüceler tarafından fazladan yemek israfı olarak düşünülsede Bilbo filmin ilerleyen dakikaların da bir çok kez cücelere hayati yardımlarda bulunacaktır.

                                                         







20 Ekim 2012 Cumartesi


Modern Sinemanın Katili: Prodüksiyon


      Kahvenizi hazırladınız, üzerinize rahat bir şeyler aldınız ve yatağınıza uzanıp bilgisayarınızı rahat görebileceğiniz bir yere yerleştirdiniz. Orijinal DVD'yi (?) takıp akşam için hazırlandığınız filmi izlemeye başladınız. Film gayet güzel gidiyor ve konusu da ilginç. Karakterler oturaklı, her şey mantık dahilinde ilerliyor. Tam keyifle seyir zevkiniz artarken o da ne?! Baş rolümüz hiç olmadık bir yerde saçma bir hareket yapıyor. Olur ufak tefek deyip devam edeceksiniz ama bu sefer de bir önceki olaydan sabıkalı baş rolümüz kıyamet koparken çok alakasız bir noktada sevgilisiyle boş bir muhabbet çeviriyor. Nasıl oldu da o güzel senaryo bu hale düştü? Bunu yazan adamlar oturup konuşmadılar mı bu sahnelerin saçmalık olduğunu? Senaristin babası böyle güzel pasta yapmayı nereden öğrendi? şeklinde sorular hızla uçuşuyor kafanızda. Öyleyse tüm sorularınıza (pasta sorusu hariç) cevap veriyorum: Prodüksiyon, dostlarım.




   Öncelikle prodüksiyonun ne olduğunu açıklayalım. Prodüksiyon dediğimiz şey bir filmin maddi kısmını ilgilendiren bölümüdür. Yani filme sağlanan bütçesi olsun, filmden gelecek karların hesabı olsun filmin parasal konuları prodüksiyon isminde toplanır. Ya da dilimizde "yapım" ve "yapımcı" kelimelerini üstlenmiş parçasıdır filmin. Bu adamlar filmin mekanları neresi olacak, ne yapsak bu film daha çok izlenir, bütçeyi nerelerde daha az harcayabiliriz gibi sorularla dolaşırlar. Çoğu zaman hepimizin bildiği "Warner Bros.", "20th Century Fox" gibi şirketler bu rolü üstlenir. Peki bu yapımcılar neden katildir? Yani "sinemayı katledenler" derken tam olarak neyi kast ediyorum? Örneklerle açalım.


"Yeni Dünya'nın özgür senaristlerinin başlıca düşmanları"      

   Christopher Nolan'ın son dönemde çekmiş olduğu The Dark Knight (Kara Şövalye) üçlemesini izlemeyen yoktur. Dolayısıyla 2. filmde karşımıza çıkan Harvey Dent ve serinin bayan oyuncusu Rachel karakterlerini az buçuk hatırlayacaksınızdır. Ayrıca Harvey Dent'in yüzünün yanıp Joker tarafından kandırılmasıyla kötü bir karaktere dönüşmesi de aklımızdan silinmeyecek bir noktadır. Fakat yine de bizler seyirci olarak bu 2. filmde seriye dahil olmuş, üstelik bir de pişkin pişkin Batman'in uzatmalı aşkı Rachel Dawes'ın kalbini çalan bu adamdan pek hoşlanmamıştık. Ne kadar beyaz atlı prens profili çizse de sonunda sapıttığı zaman kimse onun için Rachel'a üzüldüğü kadar üzülmemiştir tahminen. 2 film boyunca Kara Şövalye'nin aydınlık yüzü, onun feneri olan Rachel karakteri ise her ne kadar farklı oyuncular tarafından canlandırılsa da seyirci tarafından sevilmişti. 


 "Her şeyi geçtim ama Rachel'la olan samimi ilişkilerin beni itti senden be Harvey."

   Gelin çizgi roman dünyasında Batman'in en azılı düşmanlarından olan Two-Face'in neden bu kadar tutunamadığının gerçek sebebine bakalım. 

   Christopher Nolan ve David S. Goyer Batman Begins filminin senaryosunu yazarken Bruce Wayne'in çocukluk arkadaşı, sırdaşı, yol göstericisi olarak Rachel Dawes karakterini değil Harvey Dent karakterini kullanırlar. Bu şekilde ileride Harvey yüzünü kaybedip delirdiğinde hem Batman için büyük bir yıkım olacak, hem de seyirci için altı dopdolu bir kötü karakter ortaya çıkmış olacaktı. Ne oldu? Stüdyo serideki kadın karakterin azlığından bahsedip "bu herifi atın yerine bir iki kadın koyun" dedi. Neden? Filmin bir erkek filmi olmamasını istediler ve bunu da harika bir karakteri hikayeden çıkarıp "kadın" vazifesi görsün diye birini ekleyerek yapmayı düşündüler. Bağımsız sinemadan yeni ayrılmış ve bir stüdyo altında çalışmaya başlayan Nolan, ister istemez prodüksiyonun bu teklifini mecburen kabul etmiş durumda kaldı.

   Buradan yakın bir örneğe geçelim: Chronicle. Kimi filmi sevdi, kimi "bu ne allasen" deyip tersledi. Bağımsız sinemadan çıkmış bu film, tuhaf bir kaynaktan özel yetenekler kazanan üç gencin bu güçleri kendi sıradan yaşamlarında sıradan işlerinde kullanmalarını anlatıyordu. Tabi karakterler geliştikçe hikaye güzelleşmeye başlamıştı fakat filmde güçlerin geldiği kaynak açıklanmamıştı. Bu filmin peşi sıra devam filminin geleceği ve güç kaynağının açıklanıp hikayenin derinleştirileceği söylendi. Senarist uzun uğraşlar sonucu yapım ekibindeki bazı kimselerin söylediğine göre ilk filme nazaran on numara bir senaryo çıkardı. Fakat stüdyo -evet, devam filmini yanlış hatırlamıyorsam Warner Bros. üstlendi-  ne yaptı beğenirsiniz? "biz hikayenin devamını istemiyoruz, ilk filmin aynısından olsun" dediler. Yani yine üç çocuk güç kazanacak falan filan. Nihayetinde  gayet umut vaat eden Chronicle projesi rafa kalkmış oldu.


"Madem ki ilk film idare eder, o zaman neden hikayeyi genişletmek yerine aynısını bir daha çekmiyoruz ki?"


   Yakın bir örnek daha sunacak olursak, Dredd filmine "kar getirmez" diye ayrılan avuç kadar bütçenin filmi tek mekanda çekilmesine neden olacak kadar kısıtlamasıydı. Adam akıllı bir bütçe ayrılmış olsaydı bu yılın sağlam blockbuster filmlerinden birisi olabileceğinden adım gibi eminim.

   Eğer çekeceğiniz filmi özellikle mahvetmek istiyorsanız senarist kadrosuna yapımcılardan birisini eklemeyi unutmayın. Tıpkı muhteşem bir evreni berbat bir filme dönüştürülen Green Lantern'daki gibi. Masraftan o kadar çok kaçılmış ki en büyük olayı görselliğe dayanan bir karakteri sırf muhabbetle geçiştirmişler koca film boyunca. 

   Yine senaristi, yönetmeni ve yapımcısının aynı kişi olduğu efsane seriye bakalım: Star Wars! Üç görevi de kendi başına üstlenen George Lucas sırf filmler her yaştan seyirciyi çeksin diye saçma işlere kalkışıyor. Jar-Jar Binks ve Ewok'lar gibi oyuncaklarını satmayı planladığı karakterler ekleyip muhteşem bir potansiyele sahip filmleri sahne sahne bir güzel katlediyor. Sırf filmlerden kazandığı parayı katlamak için yeni projelerde çalışıp, Star Wars sinematik evrenini genişletmek yerine eski filmlerde ufak değişiklikler yapıp tekrar vizyona sokuyor. Bayanlar baylar, işte karşınızda kitle katili George Lucas!

   Sanırım katletmek derken kast ettiğimi gayet iyi anladınız bu örneklerle. Daha buna benzer bir çok örneği gözüm kapalı sayabilirim; hell, sanki öte türlü kağıttan okuyoruz da. Zack Snyder'ın insanüstü çabalarla bugünkü muhteşem Watchmen'in prodüktör elinde kuşa döneceğinden bahsetmiyorum bile. Yapımcılardaki bu kafanın sebebi ne peki? Yine tek kelimeyle cevaplıyorum: kâr!

    Yani adam bakıyor ki film ciddi havada gidiyor, "Neden komedi severleri de çekmeyelim ki?" diyor ve sadece kendisinin güldüğü aptalın tekini "komik karakter" diye filme ekliyor. Erkek egemen bir film mi gördü, hemen atlıyor "beyler testesteron kokuyor buralar, şu hatun güzel onu da koyun" diye pat diye alakasız bir kız veriyor. Senarist de bu olmadık yerden gelen kadın oyuncuyu ne ön liberoda ne de orta sahanın ilerisine koyamayınca filmde seks objesi yapıyor. Ya da baktı esas oğlanla esas kız filmi sırt sırta götürüyor hemen müdahale ediyor "neden sırt sırta gidiyor ki bunlar, seyirci sevmez la bunu" diyerek alakasız bir yerde ikisini öpüştürüyor.


 "Bugün, filmin sonunda esas oğlan ve esas kızın çok yakın olmasına rağmen öpüşmedikleri Constantine filmini sana veren Allah için ne yaptın?"


   Bunları neden yapıyor bu adamlar? Satması için. İçine karıştıkları her filme "Seks satar" düsturunu benimseyip seksi olmaktan başka en ufak bir karakter işlevi olmayan kadınlar ekliyorlar. Mekanları daraltıyor, efekt bütçesini kesiyor ve figüranlara bile yeterli kaynak ayırmıyor. Senarist ve yönetmenlerin ellerini kollarını büyük ölçüde bağlıyorlar. Bu yüzdendir ki bir çok balon film genç ve sektöre yeni girmiş yönetmenlerden çıkıyor. Zira artık aşmış yönetmenlere pek seslerini çıkaramıyorlar. Örneğin Stanley Kubrick stüdyoyu hiç iplememiştir. Çoğu filmini ABD engellerine takılmasın diye İngiltere'de çekmiştir mesela. Şu unutulmamalıdır ki bu adam Amerikan tarihindeki kara lekeleri meşrulaştırma çabasındaki neredeyse çoğu Hollywood filminin aksine, bu tarihe Hollywood yoluyla çatır çatır eleştiri getiren Full Metal Jacket'ın yönetmenidir.

   Prodüktörlerin en büyük düşmanlığı da kitap uyarlamalarına olsa gerek. Yazılı bir eserin sinema uyarlaması her zaman hikayenin ve karakterlerin katledilmesiyle sonuçlanır. O konulara hiç girmiyorum zaten, okuduğunuz kitabın vasat uyarlamasının verdiği hissi gayet iyi biliyorsunuzdur eminim. Ama prodüktörün sırf izleyici gaza-şevke-artık ne diyorsanız ona gelsin diye katlettiği bir örnek: Kick-Ass. Orijinal, uyarlandığı eserde genç baş karakter aşık olduğu kıza yakın olabilmek için eşcinsel olduğunu söyler, bir müddet yakın olsalar da kız çocuğun eşcinsel olmadığını öğrenince bizimkinin kıçına tekmeyi basar. Filmde ne oluyor peki? Kız olayı öğrenince çocuğa aşık oluyor! eöğhk!


"Bazı yanlış tercihlere kurban gitse de gayet güzel bir film Kick-Ass"

    İzlenecek yol ne peki? Biz bu senaryosu katledilip klişeye dönmüş filmleri izlemek zorunda mıyız? Ne yapacağız?

     1-Daha önce Size Baba Diyebilir miyim? başlıklı yazımda da belirttiğim gibi klişeyi kendi sanatı  olarak kullanabilen kişilere yönelin. Bu tür yönetmenleri bulun, takip edin ve onların yapılan tüm kısıtlamalara rağmen tarzlarını konuşturmalarına şahit olun. ((uu beybi))

    2-Bağımsız sinemayı takip edin. Bağımsız sinema dediğimiz prodüktörlerden uzak yapımlardır. Birçok harika yönetmen stüdyo zincirlerini boyunlarına geçirmelerini bu bağımsız sinemada yaptıkları harika işlere borçludur. Darren Aronofsky, Christopher Nolan, Guy Ritchie bağımsız sinemadan gelmedir. Memento, Requiem For a Dream, Snatch, Reservoir Dogs, Usual Suspects,  gibi filmler stüdyo sınırlamasının katledemediği bağımsız ürünlerdir. 

    Prodüktörler katletmeye devam edecektir, bizlerse bu katliamda damak tadımıza uygun işler bulmak için başka yollara sarılacağız. Onlara karşı yapacak bir şeyimiz yok. Cinayete ses çıkarmadığımız, bu tür filmlere prim verdiğimiz için bizler de suç ortağı olacağız. ((koyduğu lafı öven bir cümle var bu parantezde)) 

   Bir yazının daha sonuna vardık. Sırada 1982 yapım Blade Runner filminin incelemesi var. Bizde kalın, esen kalın...



Frodo'nun hakkı Frodo'ya




   Frodo Baggins... Aşağı yukarı The Lord of the Rings serisini izleyen herkes, "lan şu herif filmde olmasa daha iyi olurdu", "Hacı her işi Sam yapıyor, bu hayvan ancak yük" şeklinde kızmıştır kendisine. Peki Frodo neden böyle bir karakterdi? O olmasaydı seri nasıl olurdu? 
  Frodo'nun yolculuk boyunca geçirdiği başkalaşımları 2 şeyin tanımını yaparak incelemek yerinde olur. Birincisi, yüzük nedir, neyi temsil eder? İkincisi de Frodo ve 'Hobbit' ırkı tam olarak nedir ve kimlerdir?.


Tek Yüzük malumunuz üzere Sauron'un ortaya çıkardığı bir silahtır. Yüzük sadece efendisi Sauron'a itaat eder. Yüzüğün yaratılış amacı Dünya'ya hükmetmek ve var olan diğer yüzüklerin etkisini kendisinde toplayıp onları ortadan kaldırmak. "Hepsine hükmedecek tek yüzük."tür açıklaması. Özetle Yüzük saf kötülüğü temsil etmektedir. İçinde bir damla bile iyilik yoktur ve kim onu kullanmak isterse zarar verir. Saf kötülüğü, en kötü olanın kullanmasını gerektirir. Bu en kötü de Sauron'dan başkası değildir. 


  Hobbitlere gelince... Hobbitler Orta Dünya'nın en nevi şahsına munhasır insanlarıdır. Her şeyden uzaktırlar. Ziyafetler yaparlar, eğlenceler düzenlerler, fıçı fıçı içki içerler, Dünya'nın tasasını boşverirler. İçlerinden çıkan nadir maceracı vardır. Onları da tanıyoruz zaten. Bilbo Baggins ve diğer 4 hobbit. Frodo, Sam, Pippin, Merry... Frodo diğerlerinden daha saftır, daha temizdir hatta yüm Dünya'yı yok edebilecek güçler taşıyan yüzüğü bir iki elbisenin arasına sokup saklamaya bile güvenle bakar. Amcası Bilbo'nun maceralarına hayranlıkla bakar ama Shire'dan da ayrılamayı hiç istemez. O kendi ufak hayatını Çıkın Çıkmazı'nda sürdürmek, belki ilerde evlenmek, yaşlanınca da güney topraklarının en iyi tütününü tüttürerek akşamlarını geçirmek ister. Gözünde güç ve hükmetme tutkusu yoktur. 


Not: Mobese'den alınmıştır. (O derece güzel lan Shire düşün)


Anlayacağınız, yüzüğün Frodo'ya gelmesi, Saf kötülük ve saf iyiliğin buluşması demekti. Ya da daha görsel olarak ifade edecek olursak, berrak bir suya motor yağı damlamıştı. 


Frodo bundan sonra Yüzüğü taşımaya başlar bildiğiniz gibi. Hani dedik ya yüzük efendisine ulaşmak istiyor diye, efendisine dönmek için Frodo'nun aklına girmektedir. Bir yandan yüzük onun aklını yiyedursun öte taraftan başına gelmedik bela kalmaz. 9 Nazgul'e yakalanıp Cadı Kral tarafından bıçaklanır, elf hünerleri olmasa az daha ölüp gideektir. Mağaraya girecekken sudan bir yaratık çıkar 9 kişinin arasından tutar Frodo'yu öldürmeye çalışır. Orklarla savaşırlar, koca mağara trolü hayvani mızrağını Frodo'ya saplar. Kardeşlik diye dolaştığı, güvendiği kişiler hazırlıksız anında yüzüğe çökmeye çalışır. Örümcek gelir Frodo'yu sokar, orklar gelir Frodo'yu kaçırır, Gondor askeri gelir Frodo'yu tutsak eder. Üstüne bir de yüzük boş durmaz, habire zehirler aklını, habire düşmanları kendine çağırır. Bir zahmet Frodo akli dengesini kaybetsin, mantıksız kararlar versin artık arkadaşlar. 




Bütün bunlar Frodo'nun başına gelirken Sam sadece fiziksel işleri yapar. Frodo yüzüğün ağırlığını bile taşıyamaz olup yere yığılırken Sam dinçtir ve Frodo'yu kaldırması gereken odur. Dinçtir çünkü Frodo'nun başına gelen hiçbir şey Sam'in yanından bile geçmemiştir. Frodo, yüzüğü artık yok etmek için ne gerekirse yapacaktır. Çünkü sadece kendisine bunca acı yaşatabilen bir silah efendisinin eline geçerse tüm Dünya'ya neler yapmaz ki? Kendisini oraya götürebilecek her şeye tutunur, bu yüzden Gollum denen yaratığa güvenmekten başka bir yolu kalmaz. Zaten kafası iyice bulanmışken, Gollum'un Sam'i suçlamasına da bir şey diyemez. Yalnız işte dananın kuyruğu nedense o sahnede kopuyor. Sean Astin orada öyle bir oyunculuk sergilemiş ki Frodo'ya kızmaktan kendinizi alamıyorsunuz.             


Frodo'nun artık iyice tükendiği zaman Sam'in fiziksel destek vermesini de alkışlayıp "Asıl kahraman Sam oğlum" demek yanlıştır anlayacağınız. 
Frodo ve yüzüğün ilişkisinde verilmek istenen mesaj bana soracak olursanız "kötülük en saf, en masum olanı bile yoldan çıkarabilir, iyi olmayan birçok şey yaptırabilir.". Özellikle final sahnesi buna güzel bir örnek olabilir. Kötülük ve büyük bir güç elinize geldiği zaman ister istemez onu kullanmaya başlarsınız. Yüzük, orada bilerek atılmadı volkana. Şans eseri düşmüştü. Bakın tüm evrene yön veren silah, şans eseri düşmüş, şans eseri kötülük yenilmişti. Kötülük gerçekten de imkanı oldu mu en saf olanın bile aklına girebilir.


Ayrıca son olarak Peter Jackson'a teessüflerimi bildirmek istiyorum. Film boyunca Frodo'ya kızdırdı milleti, ama karizmasını da toplamadan bitirdi filmi. Kitapta, yüzük atıldıktan sonra Shire'a dönen Frodo, köyünü ele geçirmiş olan Saruman'a karşı yapılan savaşa komutanlık yapar ve kazanır. Böyle de on numara bir bölüm vardır kitapta, ama Peter başgan filme almamış. Neyse sağlık olsun diyoruz, önümüzdeki Hobbit'e bakıyoruz...

18 Ekim 2012 Perşembe


Reichenbach Fall


           
              Sherlock Holmes... Modern dünyamızı gün be gün domine etmeye başlayan kurgusal karakter... Sultan II. Abdülhamit'in bile en sevdiği karakter ki bütün maceralarını eksiksiz Osmanlıcaya çevirtmiş ve Sir Arthur Conan Doyle'e mecidiye nişanı vermiştir... BBC'nin Sherlock dizisi 2. sezonunun final yapmasıyla beraber akıllarda sorularla bıraktı bizleri..

      Bu sorular hakkında bu yazı fakat önce Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes'ü ve Steven Moffat'ın Sherlock'unu karşılaştıracak olursak Moffat reyiz rulezzzz!!! Açıkçası Benedict Cumberbacht'ın canlandırdığı karakteri görünce Robert Downey Jr. kimi oynuyor acaba diye soruyorum kendi kendime. Tabi cevap veremiyorum öyle saçma salak bir an yaşıyorum iç dünyamda.
    Sherlock dizisi geçen yıl başladı. Her hafta ağzımdan salyalar aka aka beklediğim yetmezmiş gibi üstüne 1 senelik ara verdiler. Tabi kızmıyorum "senede 3 bölüm mü yapılır lan" diye. İngiliz dizileri böyledir. Senelik 40 dakikadan 6 bölümdür bir sezonları. Sherlock'un da 1.5 saat olduğu düşünülürse.... Adamlar haklı.
    Uzun bekleyişin sonunda 2. sezonu başladı tabi. Bu sıralarda da Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes: A Game of Shadows filmi girdi vizyona. Ritchie'nin, Sherlock'u boksör şeklinde betimlemesi ilk filmden beri canımı sıkan bir mevzuydu ki bu filmde iyice coşup kalktı Moriarty'yi de boksöre çevirdi. Tamam aksiyon filmi olarak on numara olmuş ama Sherlock Holmes filmi olmamış. Dünya'yı ele geçirmek isteyen Moriarty ve Dünya'yı kurtaran Sherlock... Peh...

   Özellikle Sherlock'la romanlar ve hikayelerle tanışan kişiler için Guy Ritchie filmleri gerçekten hayal kırıklığıydı. Ben lisede çoğu macerasını okumuştum meşhur dedektifin. Gerçi aramızda ufak bir sır olarak kalsın ama Sherlock Holmes'ü hiç sevemedim ben romanlarda. Agatha Christie'nin Hercule Poirot'sunu bilir misiniz? Hah işte benim favori dedektifim oydu. İkisini karşılaştırınca kısa boylu, burma bıyıklı belçikalı dedektifi Sherlock'dan daha çok seviyordum. Ta ki BBC önümüze bu lezzetli işi çıkarana kadar.
   Sanırım buradan sonrası spoiler kısmına dahil oluyor.
   2. sezonun bölüm isimlerini öğrendiğimden beri 3. bölümü, Reichenbach Fall, bölümünü bekliyordum. Boru mu Sherlock Moriarty'le kapışacak ve ölecek. İsminden belli. Filmde aynen şelaleyi kullanmışlardı bunun için ama dizide ne olacaktı ki?


  Sherlock ve Moriarty'nin beraber atlayıp öldükleri Reichenbach Şelaleleri dizide en başta karşımıza çıktı. Fakat bu bir tabloydu ve Sherlock'a ününü kazandıran davaydı bu. Tabi sadece bununla kalamazdı. Richard Brook isminin almanca tercümesinin de Reichenbach olduğunu öğrendik bi maşallah koyuverdik. Zaten bölüm başlar başlamaz Watson "Sherlock Holmes is dead" deyip doğruca hayretlere saldı bizi. Bölümü pek anlatmayacağım. Harika ötesi bir şeydi. Herkes gibi benim de Sherlock reyizin ölümüyle ilgili bazı teorilerim var biraz onlardan bahsedeyim:

  • Öncelikle küçük kızın Sherlock'u görünce çığlık atma meselesi...Burası sanırım çoğu kişinin gözünden kaçmış. Steven Moffat yaptığı açıklamada: "internetteki teorileri okuyorum fakat herkesin kaçırdığı ufak bir nokta var" demiş. Belki burasıdır. Kız neden çığlık atmış olabilir? a: iki tane sherlock var ortalıkta b: moriarty bir sherlock maskesi takıp çocuklarla uğraştı.
  • İki tane sherlock olması meselesi bana daha cazip geliyor. Şöyle ki Sherlock Molly'ye : "Benim ben olmadığımı bilsen bile bana yardım eder misin?" diye sormuştu. buna dayanarak böyle bir şey öne sürebiliriz. 
  • Yani o çatıdaki konuşmayı bir hatırlar mısınız? Ağlayarak ben feykim diyen Sherlock? oh come oooon!
  • Atlama sahnesine gelelim. Sherlock, John'un yaklaşmasını istemedi. Bunu da 2 kez vurguladı yaklaşık. Çünkü düşeceği yerle Watson arasında bir bina vardı ki bu ona biraz mahremiyet verecekti. Ayrıca Sherlock düştükten hemen sonra oradan ayrılan bir çöp kamyonu görüyoruz.
  • Bir şey daha var bu sahnede, Sherlock çikolata fabrikasını ararken bir "evsizler ağı"ndan bahsetmişti. Taktir edersiniz ki böyle bir ağa sahip olmasını sadece çikolata fabrikasını bulmakta kullanmayacaktır. Düştükten sonra kendisini çevreleyen ve yanına kimseyi özellikle Watson'ı yaklaştırmayan 3-4 kişilik ekibe dikkat....
  • Watson'a çarpan bisiklet? Yavaşça ilerlerken Watson'a yaklaştı lan bu adam. Yani sıradan biri olsa yoldaki adama çarpmamak için biraz sağa kırar di mi? Bu adam doğruca Watson'a giriyor. Bu da ekipten yani.
  • Sonuç olarak o düşüş sahnesi şöyle oldu bence: Sherlock çatıdan çöp kamyonu daha doğrusu hastane aracına atlar. Orada önceden Molly'le hazırladıkları ceseti kamyondan atarlar. yahut o ceset yukarıda bahsettiğim 2. Sherlock olabilir. Bunun için biraz zaman lazım ama Watson hemen koşup çevrilen dolabı görebilir. Bu yüzden bisikletli eleman John'a çarpar ve bir anlık bi dengesizlik yaratır doktorda. Ceset çoktan ölmüş birine ait olacağından bunun fark edilmesini engellemek için Watson'u mümkün olduğunca uzak tutarlar. Yani normalde ölen birine koşup o benim arkadaşım dediğinizde çevredekiler buna saygı gösterip bırakırlar. ---başıma gelmedi lan böyle bi şey, yanlış anlamayın---- Tüm bunlardan Mycroft'un da haberi var bence ve kesinlikle bu işe bir yerde o da karıştı.
  • Gelelim Jim Moriarty'ye... Sadece şunu söylemek istiyorum: Sherlock ölmediyse Moriarty de ölmedi hacı.
  • vee Richard Brook karakteri---yani Andrew Scott--- gerçekten de Moriarty'yi oynaması için tutulmuş bir aktör olabilir ama Sherlock tarafından değil asıl Moriarty tarafından.
  • Sherlock çatıdan aşağıdaki gibi düşüyor:
    

  • Amaaaaa: bedeni:             

binaya paralel uzanmakta. Sizce de bir terslik yok mu??

"Good Bye, John"



   Teşekkürler Steven Moffat bize bu yıl da üç harika Sherlock filmi verdiğin için. Ve tüm ekibin zirveye ulaştığı oyunculuklarını da alkışlıyorum. Seneye tekrar görüşene kadar:
I am Sherlocked