20 Ekim 2012 Cumartesi


Modern Sinemanın Katili: Prodüksiyon


      Kahvenizi hazırladınız, üzerinize rahat bir şeyler aldınız ve yatağınıza uzanıp bilgisayarınızı rahat görebileceğiniz bir yere yerleştirdiniz. Orijinal DVD'yi (?) takıp akşam için hazırlandığınız filmi izlemeye başladınız. Film gayet güzel gidiyor ve konusu da ilginç. Karakterler oturaklı, her şey mantık dahilinde ilerliyor. Tam keyifle seyir zevkiniz artarken o da ne?! Baş rolümüz hiç olmadık bir yerde saçma bir hareket yapıyor. Olur ufak tefek deyip devam edeceksiniz ama bu sefer de bir önceki olaydan sabıkalı baş rolümüz kıyamet koparken çok alakasız bir noktada sevgilisiyle boş bir muhabbet çeviriyor. Nasıl oldu da o güzel senaryo bu hale düştü? Bunu yazan adamlar oturup konuşmadılar mı bu sahnelerin saçmalık olduğunu? Senaristin babası böyle güzel pasta yapmayı nereden öğrendi? şeklinde sorular hızla uçuşuyor kafanızda. Öyleyse tüm sorularınıza (pasta sorusu hariç) cevap veriyorum: Prodüksiyon, dostlarım.




   Öncelikle prodüksiyonun ne olduğunu açıklayalım. Prodüksiyon dediğimiz şey bir filmin maddi kısmını ilgilendiren bölümüdür. Yani filme sağlanan bütçesi olsun, filmden gelecek karların hesabı olsun filmin parasal konuları prodüksiyon isminde toplanır. Ya da dilimizde "yapım" ve "yapımcı" kelimelerini üstlenmiş parçasıdır filmin. Bu adamlar filmin mekanları neresi olacak, ne yapsak bu film daha çok izlenir, bütçeyi nerelerde daha az harcayabiliriz gibi sorularla dolaşırlar. Çoğu zaman hepimizin bildiği "Warner Bros.", "20th Century Fox" gibi şirketler bu rolü üstlenir. Peki bu yapımcılar neden katildir? Yani "sinemayı katledenler" derken tam olarak neyi kast ediyorum? Örneklerle açalım.


"Yeni Dünya'nın özgür senaristlerinin başlıca düşmanları"      

   Christopher Nolan'ın son dönemde çekmiş olduğu The Dark Knight (Kara Şövalye) üçlemesini izlemeyen yoktur. Dolayısıyla 2. filmde karşımıza çıkan Harvey Dent ve serinin bayan oyuncusu Rachel karakterlerini az buçuk hatırlayacaksınızdır. Ayrıca Harvey Dent'in yüzünün yanıp Joker tarafından kandırılmasıyla kötü bir karaktere dönüşmesi de aklımızdan silinmeyecek bir noktadır. Fakat yine de bizler seyirci olarak bu 2. filmde seriye dahil olmuş, üstelik bir de pişkin pişkin Batman'in uzatmalı aşkı Rachel Dawes'ın kalbini çalan bu adamdan pek hoşlanmamıştık. Ne kadar beyaz atlı prens profili çizse de sonunda sapıttığı zaman kimse onun için Rachel'a üzüldüğü kadar üzülmemiştir tahminen. 2 film boyunca Kara Şövalye'nin aydınlık yüzü, onun feneri olan Rachel karakteri ise her ne kadar farklı oyuncular tarafından canlandırılsa da seyirci tarafından sevilmişti. 


 "Her şeyi geçtim ama Rachel'la olan samimi ilişkilerin beni itti senden be Harvey."

   Gelin çizgi roman dünyasında Batman'in en azılı düşmanlarından olan Two-Face'in neden bu kadar tutunamadığının gerçek sebebine bakalım. 

   Christopher Nolan ve David S. Goyer Batman Begins filminin senaryosunu yazarken Bruce Wayne'in çocukluk arkadaşı, sırdaşı, yol göstericisi olarak Rachel Dawes karakterini değil Harvey Dent karakterini kullanırlar. Bu şekilde ileride Harvey yüzünü kaybedip delirdiğinde hem Batman için büyük bir yıkım olacak, hem de seyirci için altı dopdolu bir kötü karakter ortaya çıkmış olacaktı. Ne oldu? Stüdyo serideki kadın karakterin azlığından bahsedip "bu herifi atın yerine bir iki kadın koyun" dedi. Neden? Filmin bir erkek filmi olmamasını istediler ve bunu da harika bir karakteri hikayeden çıkarıp "kadın" vazifesi görsün diye birini ekleyerek yapmayı düşündüler. Bağımsız sinemadan yeni ayrılmış ve bir stüdyo altında çalışmaya başlayan Nolan, ister istemez prodüksiyonun bu teklifini mecburen kabul etmiş durumda kaldı.

   Buradan yakın bir örneğe geçelim: Chronicle. Kimi filmi sevdi, kimi "bu ne allasen" deyip tersledi. Bağımsız sinemadan çıkmış bu film, tuhaf bir kaynaktan özel yetenekler kazanan üç gencin bu güçleri kendi sıradan yaşamlarında sıradan işlerinde kullanmalarını anlatıyordu. Tabi karakterler geliştikçe hikaye güzelleşmeye başlamıştı fakat filmde güçlerin geldiği kaynak açıklanmamıştı. Bu filmin peşi sıra devam filminin geleceği ve güç kaynağının açıklanıp hikayenin derinleştirileceği söylendi. Senarist uzun uğraşlar sonucu yapım ekibindeki bazı kimselerin söylediğine göre ilk filme nazaran on numara bir senaryo çıkardı. Fakat stüdyo -evet, devam filmini yanlış hatırlamıyorsam Warner Bros. üstlendi-  ne yaptı beğenirsiniz? "biz hikayenin devamını istemiyoruz, ilk filmin aynısından olsun" dediler. Yani yine üç çocuk güç kazanacak falan filan. Nihayetinde  gayet umut vaat eden Chronicle projesi rafa kalkmış oldu.


"Madem ki ilk film idare eder, o zaman neden hikayeyi genişletmek yerine aynısını bir daha çekmiyoruz ki?"


   Yakın bir örnek daha sunacak olursak, Dredd filmine "kar getirmez" diye ayrılan avuç kadar bütçenin filmi tek mekanda çekilmesine neden olacak kadar kısıtlamasıydı. Adam akıllı bir bütçe ayrılmış olsaydı bu yılın sağlam blockbuster filmlerinden birisi olabileceğinden adım gibi eminim.

   Eğer çekeceğiniz filmi özellikle mahvetmek istiyorsanız senarist kadrosuna yapımcılardan birisini eklemeyi unutmayın. Tıpkı muhteşem bir evreni berbat bir filme dönüştürülen Green Lantern'daki gibi. Masraftan o kadar çok kaçılmış ki en büyük olayı görselliğe dayanan bir karakteri sırf muhabbetle geçiştirmişler koca film boyunca. 

   Yine senaristi, yönetmeni ve yapımcısının aynı kişi olduğu efsane seriye bakalım: Star Wars! Üç görevi de kendi başına üstlenen George Lucas sırf filmler her yaştan seyirciyi çeksin diye saçma işlere kalkışıyor. Jar-Jar Binks ve Ewok'lar gibi oyuncaklarını satmayı planladığı karakterler ekleyip muhteşem bir potansiyele sahip filmleri sahne sahne bir güzel katlediyor. Sırf filmlerden kazandığı parayı katlamak için yeni projelerde çalışıp, Star Wars sinematik evrenini genişletmek yerine eski filmlerde ufak değişiklikler yapıp tekrar vizyona sokuyor. Bayanlar baylar, işte karşınızda kitle katili George Lucas!

   Sanırım katletmek derken kast ettiğimi gayet iyi anladınız bu örneklerle. Daha buna benzer bir çok örneği gözüm kapalı sayabilirim; hell, sanki öte türlü kağıttan okuyoruz da. Zack Snyder'ın insanüstü çabalarla bugünkü muhteşem Watchmen'in prodüktör elinde kuşa döneceğinden bahsetmiyorum bile. Yapımcılardaki bu kafanın sebebi ne peki? Yine tek kelimeyle cevaplıyorum: kâr!

    Yani adam bakıyor ki film ciddi havada gidiyor, "Neden komedi severleri de çekmeyelim ki?" diyor ve sadece kendisinin güldüğü aptalın tekini "komik karakter" diye filme ekliyor. Erkek egemen bir film mi gördü, hemen atlıyor "beyler testesteron kokuyor buralar, şu hatun güzel onu da koyun" diye pat diye alakasız bir kız veriyor. Senarist de bu olmadık yerden gelen kadın oyuncuyu ne ön liberoda ne de orta sahanın ilerisine koyamayınca filmde seks objesi yapıyor. Ya da baktı esas oğlanla esas kız filmi sırt sırta götürüyor hemen müdahale ediyor "neden sırt sırta gidiyor ki bunlar, seyirci sevmez la bunu" diyerek alakasız bir yerde ikisini öpüştürüyor.


 "Bugün, filmin sonunda esas oğlan ve esas kızın çok yakın olmasına rağmen öpüşmedikleri Constantine filmini sana veren Allah için ne yaptın?"


   Bunları neden yapıyor bu adamlar? Satması için. İçine karıştıkları her filme "Seks satar" düsturunu benimseyip seksi olmaktan başka en ufak bir karakter işlevi olmayan kadınlar ekliyorlar. Mekanları daraltıyor, efekt bütçesini kesiyor ve figüranlara bile yeterli kaynak ayırmıyor. Senarist ve yönetmenlerin ellerini kollarını büyük ölçüde bağlıyorlar. Bu yüzdendir ki bir çok balon film genç ve sektöre yeni girmiş yönetmenlerden çıkıyor. Zira artık aşmış yönetmenlere pek seslerini çıkaramıyorlar. Örneğin Stanley Kubrick stüdyoyu hiç iplememiştir. Çoğu filmini ABD engellerine takılmasın diye İngiltere'de çekmiştir mesela. Şu unutulmamalıdır ki bu adam Amerikan tarihindeki kara lekeleri meşrulaştırma çabasındaki neredeyse çoğu Hollywood filminin aksine, bu tarihe Hollywood yoluyla çatır çatır eleştiri getiren Full Metal Jacket'ın yönetmenidir.

   Prodüktörlerin en büyük düşmanlığı da kitap uyarlamalarına olsa gerek. Yazılı bir eserin sinema uyarlaması her zaman hikayenin ve karakterlerin katledilmesiyle sonuçlanır. O konulara hiç girmiyorum zaten, okuduğunuz kitabın vasat uyarlamasının verdiği hissi gayet iyi biliyorsunuzdur eminim. Ama prodüktörün sırf izleyici gaza-şevke-artık ne diyorsanız ona gelsin diye katlettiği bir örnek: Kick-Ass. Orijinal, uyarlandığı eserde genç baş karakter aşık olduğu kıza yakın olabilmek için eşcinsel olduğunu söyler, bir müddet yakın olsalar da kız çocuğun eşcinsel olmadığını öğrenince bizimkinin kıçına tekmeyi basar. Filmde ne oluyor peki? Kız olayı öğrenince çocuğa aşık oluyor! eöğhk!


"Bazı yanlış tercihlere kurban gitse de gayet güzel bir film Kick-Ass"

    İzlenecek yol ne peki? Biz bu senaryosu katledilip klişeye dönmüş filmleri izlemek zorunda mıyız? Ne yapacağız?

     1-Daha önce Size Baba Diyebilir miyim? başlıklı yazımda da belirttiğim gibi klişeyi kendi sanatı  olarak kullanabilen kişilere yönelin. Bu tür yönetmenleri bulun, takip edin ve onların yapılan tüm kısıtlamalara rağmen tarzlarını konuşturmalarına şahit olun. ((uu beybi))

    2-Bağımsız sinemayı takip edin. Bağımsız sinema dediğimiz prodüktörlerden uzak yapımlardır. Birçok harika yönetmen stüdyo zincirlerini boyunlarına geçirmelerini bu bağımsız sinemada yaptıkları harika işlere borçludur. Darren Aronofsky, Christopher Nolan, Guy Ritchie bağımsız sinemadan gelmedir. Memento, Requiem For a Dream, Snatch, Reservoir Dogs, Usual Suspects,  gibi filmler stüdyo sınırlamasının katledemediği bağımsız ürünlerdir. 

    Prodüktörler katletmeye devam edecektir, bizlerse bu katliamda damak tadımıza uygun işler bulmak için başka yollara sarılacağız. Onlara karşı yapacak bir şeyimiz yok. Cinayete ses çıkarmadığımız, bu tür filmlere prim verdiğimiz için bizler de suç ortağı olacağız. ((koyduğu lafı öven bir cümle var bu parantezde)) 

   Bir yazının daha sonuna vardık. Sırada 1982 yapım Blade Runner filminin incelemesi var. Bizde kalın, esen kalın...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder